4 Ağustos 2008 Pazartesi

Lars and the Real Girl

Giriş: film ilk olarak if-istanbul'da 'lars sevince' adıyla gösterildi. sonrasında vizyona girmedi ve cd piyasasına 'gerçek sevgili' gibi farklı bir isimle çıktı. başroldeki ryan gosling'e hayran bir sinemasever olarak aylardır merak ettiğim bu filmi cd'den izleme fırsatı buldum. aşağıdaki yazıdaysa filme dair kendimce bir kritik yaptım.


Gelişme: bir film temel olarak yönetmen ve senaristin eseridir. bu bağımsız sinema örneğinde senaryo ayağı gayet yaratıcı ki oscar adayı da olmuş özgün senaryo dalında ancak yönetmene gelince olumlu şeyler söylemek zor. reklam sektörünün ödüllü bir ismi olan yönetmen bu filmden önce başarısız bir komedi filmi çekmiş, ikinci filmiyle daha saygın olan festival filmi moduna girmiş, lakin olmamış. filmi izlerken sahnelerdeki durağanlıkta bir yapaylık bulmuştum. sanki senaryonun ruhunu tam olarak yansıtamıyor gibi hissetmiştim. işkillenip yönetmenin kariyerine bakınca durumu anladım. nasıl daha iyi bir film olabilirdi? öncelikle lars'ın psikolojisini muştulamak adına sakin bir akış yerinde ancak bu akışın film ilerledikçe hızlanması gerekirdi bana göre. nedeni şöyle açıkliyim: lars başlangıçta tamamen nesneleşmiş-şeyleşmiş bir karakter. hatta karakterini dış dünyaya yansıtamıyor, yirmiyedi senenin bastırılmışlığı onu bir taş adam haline getirmiş adeta. ancak öyle bir taş ki biraz rüzgarla kum taneleri gibi unufak olabilecek kadar da kırılgan. filmin başlangıç sahnelerinden birinde iş yeri ortamını görüyoruz. aynı departmanı paylaştığı muzip iş arkadaşı, şişme bebeklerin (realdoll) tanıtıldığı bir siteyi incelerken lars'a sitedeki ürünlerin istenildiği gibi tasarlanıp sipariş verilebileceğini belirtiyor överek. filmin bu ilk bölümünde aynı zamanda lars'ın ev ve aile yaşantısının da kısa bir özetini görüyoruz. ardından ekranda 'altı hafta sonra' ibaresi görülüyor ve lars'ın evine gelen büyükçe bir kargo kutusuyla arkadaşından aldığı gazla bir şişme bebek sipariş ettiğini anlıyoruz. böylece giriş bölümünün ardından filmin gelişme bölümü başlıyor. buraya kadar her şey güzel ancak filmde eleştirilmesi gereken noktanın finale kadar süren dingin gelişme bölümünde olduğu kanısındayım. lars nesneleşmesinin sembolü olarak bir nesne (şişme bebek) sipariş ediyor ve onunla diyalog kurabiliyor. bu diyaloğun vasıtasıyla ailesi ve kasabadaki diğer insanlarla ilişkileri de giderek normalize oluyor. burdaki normalizasyonu şöyle örnekleyebilirim: şişme bebekler normalde cinsel obje olarak satın alınır, bir nevi mastürbasyon aracıdır ancak lars kendi realdoll'uyla salt zihinsel bir ilişki kuruyor. kahramanınımızın anormalliğinin en somut kanıtı bu.filmi izlememiş olanların heyecanını kaçırmamak adına senaryonun geri kalanıyla ilgili bilgi vermiyim ancak şunu söyliyim: bu film lars'ın nesneleşme sürecinden özne olmaya doğru evrilişini anlatıyor bana göre. özne olabilen birey, ilişkilerini de öznelerle kurmayı seçiyor sonuç itibariyle. peki yönetmene yönelik eleştirim ne? lars'ın bastırılmış olanın geri dönüşünü, kendi kişisel devrimini yaşarken geçtiği acılı süreç düz bir çizgi olarak aktarılmış. hayatın normal akışından daha yavaş işleyen bir zihinsel yapıda olan lars'ın, hayatın ritmine ayak uyduruşuna yönetmen seyirci kalmış. eğer filmin ritmi finale doğru giderek artsaydı senaryonun da hakkı verilmiş olurdu diye düşünüyorum zira bu kadar özgün bir senaryoya sahip bir filmin nispeten kıyıda köşede kalmış olması ipleri elinde tutan yönetmenin suçu.


Sonuç: bu filmin edebi karşılığı -biraz alegorik bir yaklaşım olacak ama- bana göre 'ütopya'. sebebiyse şu: lars, travmatik geçmişiyle yüzleşip kendi olabilme macerasını yaşayan bir birey aslında hepimiz gibi. travması ise ortalamanın oldukça üzerinde. onu doğururken annesi ölmüş, babası bu durumu kaldıramamış ve içine kapanıp çocuklarıyla ilişkisini kesmiş, bu duruma dayanamayan abisi evi terketmiş ve lars yapayalnız büyümüş. hatta yalnızlıktan da kötüsü berbat bir baba ile. bu durum babasının ölümüne dek sürmüş ve sonunda abisiyle yengesinin yaşadığı evin yanındaki tek katlı, otel odasını andıran yerde yaşamaya başlamış. gerçek hayatta bu durumdaki yirmiyedi yaşındaki biri, internetten bir realdoll sipariş edip onu etrafına sevgilisiymiş gibi tanıştırmaya başlasa durum daha da kötü olurdu. muhtemelen lars bir akıl hastanesine kaldırıldı. ancak filmimizde lars'ın çevresindeki insanlara bir değnekle dokunmuş senarist. nötr davranan abisi hariç herkes sevgi ve anlayışla yaklaşıyor lars'a. zamanla abisi de geçmişte lars'a yönelik hatalarını anlayıp o da pozitif yaklaşmaya başlıyor. tabii lars'ın çevresindeki en önemli karakter yengesinin tavsiyesiyle gittiği doktor hanım. hekim olmasına rağmen lars'a psikiyatrik bir vaka gibi yaklaşmıyor, onunla bir psikolog gibi ilgileniyor, diyalog kuruyor ki bu ilişki lars'ın özneleşme sürecindeki kilit ilişki oluyor. gerçekte böyle psikiyatr-psikologlar olsa hepimiz mutlu mesut yaşardık ama yazık ki ütopik bir dünyada yaşamıyoruz. filmin bu pembe tablosunun altında yatan duygu ne peki? sanırım 'umut'. bu filmin yaratıcıları belli ki dünyanın seyrine, etraflarındaki insanların hallerine bakıp böyle bir eser yaratma gereği duymuşlar, çünkü umut olmadan yaşamak egoyu aşmakla mümkün yalnızca ve toplumsal bir hayvan olan insan, toplumsal normlara uymak adına egosuna da hapsoluyor ister istemez. işte film bunu aşılıyor, iğne olmayı kabul edenlere. sokağa çıkınca, televizyona bakınca umutsuzluğa kapılmamak için duyarsızlaşmış olmak hatta nesneleşmiş, şeyleşmiş ya da yabancılaşmış olmak gerekiyor. sinemanın büyüsü de burada yatıyor sanırım; en umutsuz zamanlarımızda bizi hayata bağlayabilmesinde. sinemaya, geniş anlamıyla sanata, temsil dünyasına ihtiyaç duymayanlar ise zaten bizi hasta edenler, kendi mikroplarını bize bulaştıranlar değil mi? sonuç olarak bu film fazla ses getirmemiş, ödülleri toplamamış da olsa, çıkış noktasıyla iyi bir sinema filmi; günbegün katılaşan, yahut tekleyen kalplere zerk etmeye çabaladığı umut iyi bir çıkış noktası.

Hiç yorum yok: