20 Ocak 2009 Salı

Göçmek

aşağıdaki denemede 'göçmek' fiili şu iki anlamıyla ele alınmıştır:
1) Yerleşmek amacıyla mahalle, köy, şehir veya ülke değiştirmek.
2) Ölmek.
------------------------------------------------------------------

hiç hatırlanmayan o ilk yıllar, bebeklik; daha sonra hiç gidilip görülmemiş bir yerde geçmiş. yaşanan boşanmayla, parçalanmış ailenin annesi, çocuklarını alıp şehrin karşı yakasına, ebeveyn ocağına sığınmış elinde küçük bir bavulla. ve baba, tek başına yaşayacağı bir alkolizm yuvası tutmuş kendine, arada bir ailesinin üzerine kabus gibi çökmeyi ihmal de etmeden yıllarını içerek geçirmiş. anne ve çocukları bir kaç yıl sonra kendi evlerine çıkmışlar, geniş aile dağılmış, yarı-çekirdek olarak tabir edilebilecek şekilde, aynı mahallede, bir çocuk parkının hemen yanındaki izbe bir eve yerleşmişler. sonra fırsatını bulup aynı apartmanda bu kez, parka bakan tarafta bir daireye geçmişler. bir süre sonra yine aynı mahallede çocukların okuluna yakın bir ev tutmuş aile reisi olan anne. reisin kendisi de aynı bahçeyi paylaşan ilkokulla ortaokulun orta kısmında öğretmenmiş aynı zamanda. böylece ailece evden işe işden eve bir kaç sene geçmiş, gitmiş. sonra tayini çıkmış annenin uzak bir anadolu şehrine, basmış istifayı ve özel sektörün çarklarının arasına dalmış korkusuzca. bir dershanede başlamış çalışmaya, ama uzakmış şehrin varoş görünümlü bu mahallesinden yeni iş yeri. ve çocukların da okullarıyla ilişiği bitmiş olduğundan bu kez şehrin göbeğinde bir yere göçmüşler. işte burada uzuun yıllar geçmiş. evin kızı, oğlanın ablası öğrenimini tamamlamış, iş hayatına atılmış ama istanbul'un yozlaşmış insan ilişkilerine, paranın yiyip tükürdüğü salyalı ruhların hayaletine fazla dayanamamış, atmış kapağı uzaklara, akdenize. işte bu, sözcüğün hakkını veren bir taşınmaymış, tam bir göç, daha ötesi ülke değiştirmek olabilirmiş ancak. ve oğlanla anne başbaşa kalmışlar şehrin göbeğinde. aradan on sene geçmiş... tam on altı senedir oturdukları evin sahibi bir süre önce 'göçünce', merhum ev sahibinin varisi azgın bir kapitalist zihniyetle mahkemelik etmiş, bezdirmiş evin reisini, o hayatı boyunca hep adil olan anneyi. sonunda, tam on altı senenin sonunda yine şehrin göbeğinde, komşu ilçedeki yakın bir semte göçme hazırlıklarına başlamışlar. annenin yıllar süren iki kişilik çalışmasıyla, emeğiyle nihayet ideal denebilecek bir eve taşınıyorlarmış...

oğlan tüm bunlar olurken kendi alemindeymiş. küçüklüğünde çok zeki olduğu söylenirmiş, üstün başarılıymış. ama yıllar geçtikçe bir ağırlık çökmüş üstüne, kara bulutlar perdelemiş gözlerinin ufkunu. sonunda öyle bir noktaya gelmiş ki tek çıkış yolunun 'göçmek' olduğu sonucuna varmış. ama ne zaman, nasıl, nerede ve hatta kiminle sorularına bir türlü cevap bulamıyormuş. ve zaman içinde cevaplar zihninde belirginleşmeye başlamış;
ne zaman mı? yeni eve göçtükten sonra, onu tanımayan insanların olduğu bir muhitten kalksın istiyormuş cenazesi.
nasıl ve nerede mi? joker gibi delice kahkalar atarak uçmak istiyormuş boşluğa şehrin klasikleşmiş bir yerinden. önce bir kuş, sonra bir balık, ve sonunda bir hiç olarak göçmeyi diliyormuş.
ve kiminle? nasıl büyüdüyse, bu noktaya nasıl geldiyse öyle. yalnızlığıyla başbaşa nasıl büyüdüyse, ruhu nasıl çürüdüyse öyle ölmek istiyormuş.

bu sözcükler onun son çırpınışlarıymış...
biri hariç kimse bilmezmiş şu gerçeği;
göçülecek yeni ev, zihninin kuytu bir dehlizinde huzureviymiş oğulun.
istanbul'un boğazıysa hiçliğin mekanı, varlığın evi.

yaşlanmak nasıl izafiyse, göçmek de bazen bir başlangıç, bazense bir sonmuş.
bir varmış, bir yokmuş...