29 Temmuz 2008 Salı

Evil Dead Serisi

Seri üç filmden oluşur:
1. The Evil Dead
2. Evil Dead II
3. Army of Darkness (Evil Dead 3)

aşağıda filmlerin konuları mevcut. yazıları vikipedi'nin filmlerle ilgili sayfalarından derledim. bol 'spoiler' içerir. uyarmadı demeyin... aşağıya geçmeden önce girizgah olması babında filmleri kısaca değerlendirecek olursam şunları söyleyebilirim: seriye 'korku' ve 'komedi' gibi iki uç noktanın sinema tarihinde yapılmış en iyi füzyonlarından biri olarak bakıyorum ancak belirtmek lazım ki özellikle ilk film 18 yaşından küçüklere kesinlikle izletilmemeli çünkü korku dozu en yüksek olan film ilki yani 'the evil dead'. serinin ikinci filmi bütçenin daha yüksek oluşuyla hem daha klas bir film olmuş hem de eğlence dozajının arttırılmasıyla korkutmasına rağmen insanın ruh sağlığını bozmuyor. ufak bir akrabama zamanında izletmiştim ve hala sağlıklı bir birey. üçüncü film ise ilk iki filmden bambaşka bir tarzda çekilmiş. nefis bir görsellik ve komedi unsurları diğer filmlere nazaran ana kanon konumunda. kısacası seri kronolojik olarak; korku, korku-komedi, komedi-korku gibi bir seyir izliyor. tabii bir fikir vermesi babında yapılmış yüzeysel bir değerlendirme bu. son olarak bu seri korku-gerilim janrının bir alttürü olan zombi filmlerine dahil ediliyor çeşitli kaynaklarda ve sinema tarihinde zombi temalı en bildik seri olan george romero'nun meşhur filmleriyle beraber anılıyor (diary of the dead'le beraber romero seriyi beşlemiş durumda). ancak bana göre romero'nun filmlerinden çok daha iyi sam raimi'nin evil dead serisi. ayrıca asıl ekürisi olarak 'exorcist'i görüyorum. hem romero'nun filmlerini hem de exorcist'i izlemiş olanlar sanırım bana katılacaklardır.
daha fazla uzatmadan aşağıya alalım sizi. buyursunlar...


THE EVIL DEAD: Baş kahraman Ash, sevgilisi Linda ile birlikte, yanlarına başka bir çift (Scotty ve Shelly) ve arkadaşları Cheryl'i alarak, Tennessee ormanındaki bir kulübeye haftasonu tatillerini geçirmeye giderler. Kulübenin mahzeninde ölülerin kitabı Necronomicon'u (Book of the Dead) ve bir ses bandı bulurlar. Kitaptaki büyülü sözleri içeren bu ses bandını çaldıklarında farkında olmadan intikam isteyen eski iblisleri uyandırırlar. Bir süre sonra içlerinden bazıları iblislerin etkisi altına gireceklerdir. Neredeyse gece olmuştur. Dışarıdan gelen sesi duyan Cheryl kulübeden çıkar. Ormanda ağaçlar tarafından vahşice tecavüze uğrar. Kulübeye döndüğünde başından geçenlere kimse inanmaz. Kendisini götürmesi için Ash’e yalvarır. Ve Ash onu kasabaya götürmeye karar verir. Yola çıkarlar ama geldikleri köprünün yıkıldığını, dönüş yolunun kapandığını görünce tekrar kulübeye dönerler. Döndükten kısa bir süre sonra Cheryl iblise dönüşür ve Linda’yı ayak bileğinden yaralar. Cheryl’i mahzene kilitlerler. Pencereden gelen görünmeyen bir güç tarafından, kendi odasında iblise dönüştürülen Shelly, Scotty’ye saldırır. Ash’le Scotty, Shelly’yi parçalara ayırıp dışarıya gömerler. Scotty ormandan çıkış için başka bir yol aramaya gider. Ash kulübeye döndüğünde mahzenin kapısının açık olduğunu ve Cheryl'in kaçtığını görür. Bu arada Scotty, yaralı vaziyette geri döner ve bilincini kaybetmeden önce Ash’e, ormandan çıkış için bir yol bulduğunu söyler. Ash, ayak bileğinden yaralı Linda’yı kontrol etmeye gider. Onun da iblislerce ele geçirildiği görür. Linda’yı dışarı sürükler ve kürekle kafasını gövdesinden ayırır. Ash kulübeye döndüğünde Scotty’nin ölmüş olduğunu görür. Bu arada Cheryl camı kırarak içeri girmeye çalışıyordur. Ash ona ateş eder ama öldüremez. Scotty de iblise dönüşmüştür. Cheryl ve Scotty, Ash’e saldırırlar. O sırada çığlık atmaya başlarlar ve vücutlarından duman tüter. Çünkü Ölülerin Kitabı şöminenin yanına düşüp, kenarından yanmaya başlamıştır. Kitabı yanmasının iblisleri yokedeceğini anlayan Ash, son bir hamleyle kitabı şöminenin içine atar. Kitap yanınca iblisler erir ve güneş doğar. Tek kurtulan Ash’dir. Kulübeden dışarı çıkar. Tam kabusun bittiğini düşünürken aniden kötü ruhlar tekrar Ash’in peşine düşer. Ash’in korku dolu yüzünün gösterilmesiyle film sonlanır.



EVIL DEAD 2: Filmin ilk birkaç dakikası ilk filmin özeti niteliğindedir. Ash Williams ve kız arkadaşı Linda, ormanda terkedilmiş bir kulübeye tatil yapmak üzere giderler. Ash, o kulübede daha önce kalan bir arkeoloji profesörünün kaydettiği ses bandını dinler. Ses kaydında profesör, bir arkeolojik kazı sırasında bulduğu Necronomicon (Book of The Dead – Ölülerin Kitabı) kitabından bahsetmektedir. Kayıttaki sihirli sözler kötü ruhları serbest bırakır. Kötü ruhların etkisine girip iblise dönüşen Linda, Ash tarafından öldürülür ve gömülür. Görüldüğü gibi özette, ilk filmde sadece Ash ve Linda varmış gibi anlatılmıştır. Buradan itibaren film, öncekinin kaldığı yerden devam eder. Ash’in peşine düşen ruhlar güneşin doğmasıyla geçici olarak ortadan kaybolurlar. Ash ormandan çıkmak için yol aramaktadır. Geldikleri köprünün yıkıldığını görür. O sırada güneş bulutlar arasında yokolur ve ruhlar tekrar ortaya çıkar. Ve Ash’in peşine düşerler. Kulübeye kadar kovalarlar. Burada da Linda’nın mezardan çıkan cansız bedeni Ash’e musallat olur. Bu arada sağ eli kontrolden çıktığını için Ash, onu testere ile kesmek zorunda kalır.
Ash kulübede kötü ruhlarla mücadele ederken profesörün kızı Annie arkeolojik kazıdan Necronomicon’un diğer bölümlerini bulmuştur. Ortağı Ed ve iki rehberle beraber babasının kulübesine (Ash’in bulunduğu kulübe) doğru yol çıkarlar. Patikayı kullanarak delirmek üzere olan Ash’e ulaşırlar. Yerdeki kanlı testereyi görünce Ash’i profesörün katil zannederler ve mahzene kapatırlar. Daha sonra Ash’e inanıp tekrar dışarı çıkarırlar. Kısa süre sonra Ed, kötü ruhlarca ele geçirilir ve sonunda Ash tarafından öldürülür. Rehber Bobby Joe kaçmayı dener ama ormanda ağaçların saldırısına uğrar. Diğer rehber Jack, geri dönmeyen Bobby Joe’yu aramak için Ash ile Annie’yi silah zoruyla dışarı çıkarır. Bu arada Ash tekrar ruhların hakimiyetine girer ve Jack’i bir ağaca fırlatır. Annie koşarak kulübeye döner. Peşinden gelen Ash, kız arkadaşı Linda’nın kolyesini görünce normale döner. Ash, Annie’nin yardımıyla motorlu testereyi modifiye edip koluna takar. Annie kötü ruhları geldikleri yere göndermek için Necronomicon’un diğer bölümlerini okumaya başlar. Bu sırada Annie, Ash’in daha önce kesmiş olduğu eli tarafından bıçaklanır. Ama ölmeden önce sihirli sözleri bitirerek herşeyi içine çeken bir zaman girdabı oluşturur. Ash ve arabası girdap tarafından yutulur. Ash zaman içinde geriye, 13. yüzyıla gönderilir. Burada bir grup şövalye tarafından bulunur ve iblis olduğu sanılır. O sırada uçan bir iblis çıkagelir ve Ash onu tüfeğiyle öldürünce ülkeyi kurtarmaya gelen kahraman gibi selamlanır. Burada ikinci film biter.


ARMY OF DARKNESS (EVIL DEAD 3): önceki filmlerde iblisleri serbest bırakan kitap Necronomicon ex Mortis’i (Ölülerin Kitabı–Book of the Dead) bulan Ash, otomobiliyle beraber zaman girdabı tarafından emilmiş, 14.yüzyıla boylamıştır. Burada insanlığın gökyüzünden gelen kurtarıcısı gibi karşılanmıştır. İkinci film burada biter ama bu film biraz daha farklı şekilde başlar. Ash başlangıçta İngiliz şövalyeleriyle savaşan İskoç Duke Henry’nin adamlarından biri sanılır ve esir alınır. Silahına ve motorlu testeresine el konur ve kaleye götürülür. Papaz onun bir kehanette bahsedilen kurtarıcı olduğunu inanarak silahlarını saklar. Ash, kalede öldürülmesi için içinde iblislerin olduğu çukura atılır. Papaz bu sırada motorlu testereyi Ash’e verir. İblisleri halleden Ash çukurdan çıkar. Boomstick dediği tüfeğini bulur. Kendi zamanına geri dönmesine yardım etmeleri için halkı korkutur. Papaza göre iblisleri durdurmanın ve Ash’i geri göndermenin tek yolu Necronomicon’u bulup getirmektir. Kitabı alırken sihirli sözler söylemesi gerekmektedir. Bu arada Ash, Sheila isimli kadına aşık olur. Ash, Necronomicon için yola çıkar. Perili ormandan geçer. Görünmeyen yaratıklar Ash’i takip etmeye başlar. Kamera yaratıkların gözünden bakar şekilde çekim yapmaktadır. Kamera 2 ağacın arasından geçerken sol tarafta bir surat (ya da bir maske) görünür. Suratın neyle ilgili olduğu belirsizdir. Raimi röportajlarda suratın orada olmasının özel bir anlamı olmadığını söyler. Yaratıklardan kaçan Ash bir yeldeğirmenine sığınır. Burada yanlışlıkla bir ayna kırar. Ash’in kırık parçalardaki yansımaları canlanır ve Ash’e eziyet etmeye başlarlar. Ash’i yere düşürürler ve bir tanesi ağzından içeri girer. Ash midesindeki küçük Ash’i kaynar su içerek öldürmeye çalışır. Bir müddet sonra Ash’in omzundan bir kafa çıkmaya başlar. Ash panikler ve ormana kaçar. Burada kötü Ash ve iyi Ash olarak iki parçaya ayrılırlar. Ash, kötü Ash’i suratından vurur ve motorlu testereyle parçalara böler. Ardından gömer. Ash kitabın olduğu yere vardığında 1 kitap yerine 3 kitap bulur. Acı verici denemelerden sonra doğru kitabı bulur. Sihirli sözleri söylemeye çalışır ama unuttuğunu farkeder. Doğru sözü söyler gibi mırıldandıktan sonra kötü ruhlar yeniden serbest kalır. Ash kitabı kapar ve kaleye koşmaya başlar. Bu arada kötü Ash mezarından çıkar ve Karanlığın Ordusu’nu hazırlar. Geri dönen Ash, yol açtığı sorunlara rağmen kendi zamanına dönmek için ısrar ediyordu. Ama Sheila uçan bir iblis tarafından kaçırıldıktan sonra ölülerin ordusuyla savaşmak için insanlara liderlik etmeye karar verir. İnsanlar istemeyerekte olsa Ash’e katılırlar. Ash modern bilgileri, arabasının bagajındaki kimya ve mühendislik kitapları ve Duke Henry’nin yardımıyla ölülerin ordusu bozguna uğratılır. Sheila kurtarılır. Fakat Army of Darkness filminin 2 ayrı bitişi var:
ABD’de gişe versiyonunda Ash günümüze geri döner. Çalıştığı mağazada terör estiren bir iblis bulur. İblisi kendi tarzıyla yokeder. Ve film Ash’in "Hail to the king, baby (kralı selamla bebeğim)” demesi ve bayan bir çalışanı öpmesiyle biter.
Director's Cut ve orijinal European cut versiyonunda her bir damlası 100 yıl uyutan iksirden 6 damla içmesi gerekirken yanlışlıkla 7 damla içer. Uyandığında kendini geleceğin İngiltere’sinde bulur. "I slept too long! (çok fazla uyumuşum!)" diye bağırırken ekran kararır, film sonlanır. Bitiş yazıları görünmeden önce manyakça kahkahalar duyulur.

23 Temmuz 2008 Çarşamba

İkili İlişkiler


''aslında çoğumuzun hayatının geri kalanı, bir 'ben' olduğumuzu fark ettiğimiz an ile, anne ile kurduğumuz ikili ilişkinin biricik ve mutlak olmadığını fark ettiğimiz an arasında kalan o kısacık zaman dilimini yeniden yakalamaya, yeniden yaratmaya çalışarak geçecek.

yakın arkadaşlar, biraderleri, bacılar, can dostlar, ruh ikizleri, kankalar, sevgililer, karıkocalar, arkadaş gibi baba-oğul, arkadaş gibi anne-kız, erkek fatma ile babası, anasının kuzusu ile annesi: bunların hepsi o kısacık dönemdeki anne-bebek ilişkisinin soluk suretleri, taklitleri.

hep ikili ilişkiler kurmaya çalışacağız hayatımız boyunca. bu ikili ilişkilerin dışarıya karşı kapalı olmaları gerek. ilişkiyi anlamlı, biricik ve mutlak kılmak için, saklanacak bir sır, başkalarının anlayamayacağı bir vücut dili, şifreler, gizli-kapaklı konuşmalar, bize özgü bir ortak dil, başkalarının paylaşmadığı, bilseler bile önemini anlayamayacakları ortak anılar olmalı. tüm bunlar üçüncü kişilere açıldığında birden değersizleşiverir, anlamı kalmaz. zaten bir anlamları da yoktur pek; o ikili yapıyı kurup yaşatmaktan başka.

ancak bu tekrar tekrar kurmaya çalışacağımız ikili yapı, hep o ilk modelin, arketipin, orijinal biçimin kaderine uğrama tehlikesiyle yüzyüze. nedir o kader? bir üçüncünün gelip, ikili yapıyı darmadağın etmesi.''*



* KAYNAK: Bülent Somay - Bir Şeyler Eksik (metis yayınları - 2007)

22 Temmuz 2008 Salı

Pasajlar-5


-birçok insan, sahip olduğu gizli niteliklerini birden keşfedeceği şeklinde gizli bir beklentiyle yaşar.

-başkalarını ne kadar çok düşünürseniz, onlar size o kadar yabancı olur ve kendinizi o kadar az seversiniz ki duygu aşktan başka bir şeye kayar. bu da kuşkusuz erkeklerle kadınların bazen 'birlikte yaşamayı seçme'lerinin nedenidir: temelde yabancı olduklarını unutmak için.

-dilbilimciler, erkeğin konuşmasında bir rekabet varken, kadınınkinde konsensüs olduğunu söylerler. erkekler birbirlerinin konuşmasına karşı çıkar ya da gözardı eder, oysa kadınlar hemcinslerinin sözlerini onaylar ya da geliştirirler. kadın konuşmayı sürdürmek için sorular yöneltirken, erkek bu soruları yalnızca basit bilgi istekleri olarak yorumlayacaktır.

-bir şey istediğimiz zaman dili kullanmamız gerekir ama konuşmayı kullanmaya başladığımız andan itibaren bir dizi kaygı ortaya çıkar. ilk sorduğumuz şey ikincil plana geçer, çünkü şimdi önemli olan diğer kişinin cevap verip vermemesi, yanıtlarında bir sevgi işareti gösterip göstermemesidir. biri sürekli sizi arayarak bir şeyler istiyorsa, önemli olanın bu şeyler değil 'isteme' olduğu açıktır.

-sigmund freud, 'aşkın psikolojisi' üzerine yazılarında, erkeğin eş seçiminin, annesiyle ilişkisindeki olayların etkisini taşıyacağını ileri sürer. annenin cinsel yanını inkar eden erkek, amacını; sevişemediği ideal bayan ve sevişebildiği, ama aşağıladığı cinsel varlık olarak ikiye böler. erkeğin aşk hayatının bölünmesi bu yüzden annesinin cinsel yanıyla yüz yüze gelememesinin bir sonucudur: annenin de öteki kadınlar gibi sevişebildiğiyle, hatta bundan hoşlanabileceğiyle yüz yüze gelememesinin.

-cezaevi, hukuk dışı bir eylemin olası bir sonucu değil yalnızca, suçla ceza arasındaki hareketin bir parçasıydı da. bir analistin sonuca vardığı üzere, hapse atılmadan, bir sonraki suçlarının gerçekleşmesine izin verecek bilete sahip olmazlardı. dolayısıyla suç ve ceza arasında tuhaf ama mantıklı bir ilişki vardır.

-pascal, çağdaşlarının mutsuzluğunun bir odada huzurla kalamamalarına bağlı olduğunu düşünüyordu. bu durum, çoğunlukla 'sıkıntı'nın tanımı olarak yorumlanmıştır.

-bir insanın kimliğinden emin olması, 'delilik' işaretlerinden biridir.

-kierkegaard bir seferinde, 'kararlı olmak, sessiz olmak demektir' diye yazmıştır. sessiz durmak konuşan bir varlığın yapacağı en son şey olsa da, bu söz yeni bir aşk tanımını gündeme getirir. sessizlik yemininin konuşma çabasının yerine geçmesi gerektiği gibi bir ima içermeyen bu söz, aşkın söz vermekle ilgili olmadığını, hiç verilmeyen sözlerin tutulmasıyla ilgili olduğunu gösterir.

KAYNAK: Darian Leader - iş işten geçtikten sonra verilen sözler (ayrıntı yayınları - 2000)

21 Temmuz 2008 Pazartesi

Pasajlar-4


Tüketilen şeyler arasında diğer nesnelerden daha güzel, daha kıymetli, daha eşsiz -tüm diğer nesneleri özetlemesine rağmen otomobilden bile daha fazla yan anlamla yüklü- bir nesne vardır: Bu nesne BEDEN'dir. Bin yıllık bir püritanizm çağından sonra fiziksel ve tinsel özgürleşme birimi altında bedenin 'yeniden keşfi' ve reklamda, modada, kitle kültüründe (özellikle de dişil beden) bedenin etrafını kuşatan sağlık, perhiz, tedavi kültü, gençlik, zariflik, erillik/dişillik saplantısı, bedenle ilgili bakımlar, rejimler, fedakarca uygulamalar, bedeni kuşatan arzu söyleni... Bunların hepsi bedenin günümüzde kurtuluş nesnesine dönüştüğünün tanığıdır. Beden bu ahlaki ve ideolojik işlevde tam anlamıyla 'ruh'un yerini almıştır.
Aralıksız bir propaganda, ilahi terimleriyle, bize sadece bir bedenimiz olduğunu ve onu korumak gerektiğini sürekli hatırlatıyor. Yüzyıllar boyunca insanları bedene sahip olmadıklarına ikna etmeye çalışıldı (kaldı ki, insanlar buna hiçbir zaman ikna olmamıştı), günümüzde ise sistemli olarak insanları bedenleri olduğuna ikna etmekte ısrar ediliyor. İşte burada tuhaf bir şey var. Beden kanıtın kendisi değil miydi? Öyle görünüyor ki hayır: Bedenin statüsü bir kültür olgusudur. Hangi kültür olursa olsun bedenle ilişkinin örgütlenme tarzı şeylerle ilişkinin örgütlenme tarzını ve toplumsal ilişkilerin örgütlenme tarzını yansıtır. Kapitalist bir toplumda özel mülkiyetin genel statüsü aynı zamanda bedene, toplumsal pratiğe ve bu pratiğin zihindeki temsiline de uygulanır. Geleneksel düzende, örneğin köylüde bedeni narsisik kuşatma, gösterisel algılama değil, emek süreci ve doğayla ilişki aracılığıyla ulaşılmış araçsal/büyülü bir beden görüşü vardır.
Göstermek istediğimiz üretimin/tüketimin günümüzdeki yapılarının öznede, kendi bedeninin bölünmüş zihinsel temsiline bağlı olan çifte bir pratiğe yol açtığıdır: 'Sermaye' olarak beden pratiği, 'Fetiş' (ya da tüketim nesnesi) olarak beden pratiği. Her iki durumda da bedenin yadsınmak ya da unutulmak bir yana bilinçli olarak kuşatılması (terimin hem ekonomik hem de psişik anlamında) önemlidir.
KAYNAK: Jean Baudrillard - Tüketim Toplumu (Ayrıntı yayınları - 1997)

Postmodern Özne


vietnam savaşı ile f.f.coppola'nın filmi apocalypse now arasındaki fark nedir? dünyanın herhangi bir yerindeki bir savaş ya da açlıkla, bu olayların televizyondaki haber bülteni sunumları arasındaki fark nedir? bu soruları yanıtlamak için rasyonel öznenin, tahakküm(iktidar) yapıları ile temsil(medya) sistemleri arasındaki farklılıkları tespit edebileceği eleştirel ayırt etme güçlerine sahip olduğuna inanmak gerekir. işte o zaman insan, marksistlerin yaptığı gibi, egemen güçleri parmağıyla işaret edip ezilenlere bir yardım eli uzatabilir. ancak baudrillard'a göre, politik ve kültürel ekonomi alanlarının 'nesneler ve ideolojilerin aynı pazarlama ve ticaret yöntemleri altında birleştiği' ve milyonlarca tv izleyicisi için melodram dizilerinin belgesellere karıştığı bir dünyada marksizm ve insan rasyonelliğine duyulan inanca dayanan diğer eski moda politik düzenleme sistemleri artık etkin olamaz. kısacası, baudrillard'ın 'simülakrlar ve simülasyon' adlı kitabında belirttiği gibi gerçeklik gerçekdışı olmuştur:
''politik, toplumsal, tarihsel ve ekonomik bütünlüğü içinde gündelik gerçeklik, şimdiden itibaren hipergerçekçiliğin similasyon boyutunu da içermektedir. artık her yerde gerçekliğin estetik sanrısı içinde yaşıyoruz. henüz hayatın bu şekilde estetikleştirilmesinin gerçeküstü safhasına tekabül eden 'gerçek kurmacadan daha tuhaftır' şeklindeki eski sloganın artık modası geçmiştir. artık hayatın karşısına dikilebileceği, karşısında köktenci bir şekilde büyüyü bozabileceği bir kurmaca yoktur (gerçekliğin kendisi gerçeklik oyununda tamamen yok olmakta zaten). fantezinin sıcak safhasını takip eden soğuk ve sibernetik safhadayız''.*


gerçeklik her zaman zaten sanal gerçeklik olduğundan artık hakkında fantezi kurulacak hiçbir şey kalmamışsa, bu durum insanın hayalgücünü her türlü güçten yoksun bırakır; rasyonalitemiz de etkisiz olduğundan, insan öznesi nosyonu hiçbir anlam ifade edemez olur. soğuk bir uzak duruş ve boş bir aldırmazlık hiper gerçekliğin simülasyon boyutunun duyarsızlaştırmasına verilecek tek uygun tepkidir. manadan yoksun ve kendinden geçmiş 'postmodern özne', bir kimlik oluşturmak için ne bilincine (yani descartes'a) ne de doğrulamaya (yani coleridge'e) güvenebilir. çünkü 'simulacrum'un toparlayıcı, göstergenin içini oyucu, farklılıkları yok edici rejiminin altında, kimlik gibi kesin hiçbirşey olası değildir.

* jean baudrillard - simülakrlar ve simülasyon



16 Temmuz 2008 Çarşamba

Hannibal Lecter

Thomas Harris Kızıl Ejder'de (1981) yirminci yüzyıl edebiyatı ve sinemasının en şöhretli seri katili haline gelen bir karakter yaratmıştır: Hannibal Lecter. Romanın başında, Hannibal aralarında yamyamlığın da olduğu birkaç vahşi cinayetten dolayı hapistedir. Harris'in sonraki romanı Kuzuların Sessizliği'nde (1988) Hannibal ortadan kaybolur ve iki polis memurunu yoldan çıkmış bir canavara yakışır şekilde öldürür. Harris, bu iki romanın sonunda, soruşturmanın ana hedefi olan seri katilleri cinayete iten güdüleri açıklarken, Hannibal konusunda sessiz kalır. Harris, ünlü katildeki öldürme güdüsünün korkunç bir çocuklukta temellendiğini ancak Hannibal'da (1999) belirtir (Kuzuların Sessizliği'nin eleştirmenleri, Hannibal'daki güdünün eşcinsel, dinsel ya da psikopatça olduğuna dair fikir yürütmüştür, bu eleştirmenlerden biri, "işte Jeffrey Dahmer gibi bir cinsel sapık daha" demiştir). Delacorte Yayınları, Hannibal'ın bu cinayetleri işleme nedenine dair en ufak bir fikre sahip olmaksızın Harris'e Hannibal için milyonlarca dolar ön ödeme yapmıştı. Hannibal'ın cazibesi, Anthony Hopkins'in Kuzuların Sessizliği uyarlamasındaki ilgi çekici performansıyla da perçinlenmişti. Ne var ki, Hopkins'in, Hannibal'ın cinayet işlemesinin altında yatan nedene yahut Harris'in bu nedenin ne olacağı hakkındaki düşüncesine dair en ufak fikri yoktu. Okurlar ve izleyiciler, on sekiz yıl boyunca, gaddarca cinayetler işleme nedeni sır olarak kalan bir karakter tarafından ayartılmıştır... Nihayetinde Thomas Harris'e yazıp Hannibal'ın davranışlarını açıklayan çocukluk travmasına ne zaman karar verdiğini, özellikle de buna 1970'lerde Kızıl Ejder'i yazarken mi karar verdiğini (yani 1999'da Hannibal'ın yayımlanmasına kadar bunu okurdan bilerek mi gizlediğini) yoksa yazdıktan bir süre sonra mı karar verdiğini sordum. Bana verdiği cevap muammalıydı: "Size bir cevap veremem çünkü kendim de bilmiyorum." Yazarla kurduğum irtibatın tarihi 26 Nisan 2000'di. Harris, Kızıl Ejder'in 2000 tarihli yeni basımına eklediği "Forward to a Fatal Interview" başlıklı merak uyandırıcı röportajda şöyle demektedir: "Yazmaya görebildiklerinizle başlarsınız, sonrasında yazdıklarınıza aklınıza önceden ve sonradan gelenleri eklersiniz". Ardından Harris büyük ihtimalle okura yönelttiği son bir yorum eklemektedir: "Hannibal'da geçen olayları kaydetmeye başladığımda, ne tuhaftır ki, doktor kendine ait bir cana büründü. Benim gibi siz de onu tuhaf biçimde çekici bulmuş gibisiniz".

kaynak: http://www.metiskitap.com/Scripts/Catalog/Book.asp?ID=2063

12 Temmuz 2008 Cumartesi

Vakufesto

geçmiş şimdiyi, şimdi geleceği belirler ve bu üç zamanın ortak noktası andır. an hayatın anlamıdır ki aslında geçmiş, şimdi ve gelecek ortak nokta olan ama aslında hepsini kapsayan andan ibarettir. bu bağlamda hayatın anlamı kavramı kişiyi andan koparır ve zamanla hakikatin üstünü örter. hakikat algılanamaz olunca insan varlık olmaktan çıkar, özneyle nesne konumları arasında gidip gelir. bu gelgit hayatının özeti olur... özete indirgenemeyecek olan tek şey andır. hayatı zaman olarak algılamak andan koptuğumuz anlamına gelir. bunun temel sebebi bütünlüğümüzden kopmamızdır. bütünlükten kastedilen aynadan görünen bedenimiz ve iç deneyimin toplamıdır. iç deneyimi yaşayan, yaşananları bedenle özdeşleştirir ve ortaya ölümlü bedenden dolayı hayat denen şey çıkar ki hayat sadece bir kavramdır. gerçek olan ise deneyimdir. bedenin dışındaki her şey beyin vasıtasıyla iç deneye dönüşür. beynin paradoksu kendini düşünebildiğini sanmasıdır oysa algıladığı her şey kendinden ibarettir. bunun en iyi örneği rüyasız uyku durumudur ki bu uyku durumu beynin virütik halidir. etken hale geçiş tam olarak gerçekleşmediğinde viryonun da anlamı kalmaz, enfeksiyon olmaz. görünüşte bedene zarar verdiği için negatif algılanan enfeksiyon evrensel bir sorun olarak addedilen hastalığın sebebidir oysa hastalık bedenin ve dolayısıyla beynin ölümünü hazırlar ki tüm bu algı bozukluklarının temel sebebi ölüme bağlıdır. fakat hakikat ölümdedir. yaşam esnasında varlıkla meditasyon yoluyla temasta olunabilir ancak gerçek aşk varlıktan ebediyen kaçış olan ölümdedir. meditasyon da aşktır ama gerçek aşkla aşk arasında gerçeklik farkı vardır. zaten temel sorun gerçek nedir sorusudur. bunu asla bilemeyiz ve bizde gerilim yaratır. çünkü bilebileceğimiz bir şeyi bilemediğimizi düşünürüz. olmayan bir bilgiyi nasıl bilebiliriz? bunu idrak etmek için cehennemin yollarında yürümek gerekir. ancak sonrasında cennete ulaşılır. aslında sözcüklere değil harflere odaklanmak faydalı olabilir zira bu iki sözcük fazlasıyla birbirine benzer. fazlalıkları atıp (cehennem-hem) son harf olarak tanrının 't'sini koyarsak cennete kavuşmuş oluruz. aslında yapmamız gereken basit olarak hayatımızda da budur. fazlalıkları atıp sonunu getirmek. fazlalıkları atmak geçmişle hesaplaşmaktır. sonunu getirmekse ölüm. fazlalıkları temel olarak nitelemek gerekirse; tanrı(inanç), çocuk(aile), somut(eser vs.) veya soyut(eylem) olarak geride bırakacaklarımızdır. bu noktada aslında geriye bırakacaklarımızı, ölümden korkup sonsuzluk arayışımızın tezahürünü somut ve soyut olarak ayırabiliriz zira doğruluğuna inandığımız tarihsel bir eylemde bulunmak tanrı rolüne bürünmekten ibarettir çünkü doğru diye bir şey yoktur. yine geriye eser bırakmak da çocuk yapmaktan temelde farksızdır zira her iki yol da yaşam enerjimizi aktarmaktan ibarettir. bu yollardan geçmeyen marjinal biri için geriye insan ilişkileri kalır. ölümünün ardından insanların hayatlarına nasıl etki edeceğini düşünür. aslında kimseye etkide bulunamaz. beynin yönetiminde olan insan sadece bir virüstür... onu canlı hale getiren başka insanlardır. bu noktada her insan virüstür ama aynı zamanda herkes canlıdır da. toplu olarak dünyada yaşayan insanlığın gezegenle kurduğu ilişkiden de bu gerçek çok net anlaşılabilir. insanın yaşamasını bu gezegen sağlar. dünya dışında insanın yaşam şansı yoktur ancak insanlık bir virüs gibi hareket ederek yaşamasını sağlayan gezegeni hasta eder. insanoğlunun serüvenin en kısa özeti enfeksiyon sözcüğünde somutlaşır ama bunun da kötü bir tarafı yoktur, iyi bir tarafı olmadığı gibi. sadece durum budur ve yapılacak her şey yalnızca vakit geçirmeye yarar. ancak paradoksal biçimde insan türünün devamı ve daha fazla vakit için vakit harcarız. işte hakikatin ışığı bu aralıktan bakılırsa görünebilir. yaşadığımız 'an'a geçmiş veya gelecekle ilgili düşünceler hakim olduğu anda canlılığımızı kaybederiz. başkalarının gözünde tabii ki hala canlıyızdır çünkü bu virütik doğamızın yasasıdır ancak önemli olan başkalarının gözü değil kendi gözümüzdür. tüm fazlalıkları attığımız zaman geriye sadece an kalır ancak doğanın haricinde her şey ya da diğer bir deyişle doğal olmayan tek yaşam formu olan insan doğal olarak andan kopuktur ki uygarlığın temelinde zaman yatar. dolayısıyla örneğin şehirde yaşamak, zamanda, yani geçmiş ve gelecekte yaşamak demektir. hem şehirde hem de anda olmanın tek yolu yolsuzluktur! bu durum belirlenen yolların dışına çıkmak anlamına gelir. kendi geçmişinizden çıkardığınız derslerle kendi yolunuzu çizmeniz de yine bir yoldur...
yazının veya herhangi bir iletişim yönteminin yetmediği yer bu nokta! bir cümleyi cümle yapan nasıl sonundaki noktaysa şu an bu yazının bulunduğu nokta o nokta. tüm yazılar, insandan çıkma her şey noktasızdır. bitirilmiş hiçbir şey yoktur çünkü elinizde aktarmak için sadece harfler mevcut. noktalama işaretleri ismiyle müsemma sadece işaret. önemli olan bütüne bakmak. bütün; harflerden olma cümleler, cümlelerden olma paragraflar, paragraflardan olma kitaplar değil, insandır. başka bir insanı algılayabilen kendini algılayamaz, kendini algılayabilen başkasını algılayabilir. algının kapısı dışarıda değil içeridedir. peki bu yazı niye varoldu? andan kopulan her an fazlalık olduğundan... bu yazı da sadece fazlalık. kurtulunması gereken...