25 Haziran 2008 Çarşamba

Pasajlar-2


Video, etkileşimli ekran, multimedya, internet, sanal gerçeklik; Karşılıklı etkileşim bizi her yandan tehdit ediyor. Her yerde mesafeler birbirine karışıyor, her yerde mesafe ortadan kaldırılıyor: Cinsiyetler arasında, zıt kutuplar arasında, sahneyle salon arasında, eylemin baş kahramanları arasında, özneyle nesne arasında, gerçekle gerçeğin sureti arasında bir mesafe yok artık. Bu kavram kargaşası, zıt kutupların bu çatışması, olası değer yargısının artık hiçbir yerde olmadığını ortaya koyuyor: Ne sanatta, ne ahlakta, ne de politikada. Mesafenin ortadan kaldırılmasıyla, "mesafe pathos"unun ortadan kaldırılmasıyla her şey, üzerine karar verilemez bir duruma bürünüyor. Fiziğin alanına kadar uzanıyor bu: Alıcının ve yayın kaynağının fazlasıyla birbirine yakınlığı, dalgaları birbirine karıştıran bir Larsen etkisi yaratıyor. Olayın ve bu olayın gerçek zamanlı yayınının fazlasıyla birbirine yakınlığı, bir karar verememezlik yaratıyor, olayın tarihsel boyutunu alıp götüren ve onun belleğini çalan olayın sanallığını yaratıyor. Sanal teknolojilerin karar verilemez şeyler üretmesi ya da geri dönüşümlü bu teknolojileri yaratan evrenimizin karar veremez bir evren olması bile bir karar verilememezlik durumudur. Bu uygunsuz biraradalığın, bu kutup çatışmasının cereyan ettiği her yerde kitleleşme var. Reality show'lara varıncaya kadar bu böyle ve bu tür programlarda, olayın hikâyesinin canlı izlenmesiyle ve ivedi biçimde televizyonda acting yapılmasıyla, hayatın ve hayatın suretinin birbiriyle iç içe girişine tanık oluyoruz. Artık ikisi arasında ne bir ayrılık, ne bir boşluk, ne de bir uzaklaşma söz konusudur, hiçbir engelle karşılaşmadan, ekranın, sanal görüntünün içine giriyoruz. Birinin hayatına girilir gibi bir ekranın içine giriyoruz. Kendi hayatımızı dijital bir kombinezon gibi üzerimize geçiriyoruz. İçinde bir sahnenin, bir bakışın bulunduğu fotoğraftan, sinemadan ve resimden farklı olarak, video görüntüsü bilgisayardan seyredilirken, sanki suyun içine dalınıyor, sanki bir göbekbağı ilişkisi kurulduğu sonucu ortaya çıkıyor. Bu ilişki, McLuhan'ın televizyon hakkında söylediği gibi, "dokunulabilir karşılıklı etkileşim" ilişkisidir. Küçük hücrelerin, cisimciklerin bulunduğu suyun içine dalma gibi bir şeydir bu, bir başka deyişle, görüntünün akışkan maddesinin içine girilmekte ve bir olasılıkla bu görüntü değiştirilmeye çalışılmaktadır. Tıpkı bilimin, bütün kromozomlara, genetik kodlara nüfuz ederek bedeni değiştirmeye çalışması gibi. İstediğimiz biçimde hareket ederiz artık, interaktif görüntüyü istediğimiz biçime sokarız, ama suya dalma diyorduk ya, bu denli rahat kullanılırlığın, bu açık düzenliliğin ödülüdür o. Aynı şekilde, metnin, herhangi bir "sanal" metnin de (internet, Wordprocessor). Her şey bir sentez görüntü gibi çalışır, artık bunun ne bakışın ne de yazının aşkın-lığıyla hiçbir ilgisi yoktur. Şöyle ya da böyle, ekranın karşısına geçer geçmez, metin artık metin olarak değil de görüntü olarak algılanır. Oysa, metnin ekrandan, metnin görüntüden kesin bir biçimde ayrı olduğu göz önüne alınırsa, yazı, başlıbaşına bir etkinliktir -asla bir karşılıklı etkileşim olamaz. Aynı şekilde, ancak ve sadece sahne ve salonun kesin bir biçimde birbirinden ayrılmasıyla izleyici başlı başına bir oyuncu olur. Oysa bugün, her şey, bu kopukluğun ortadan kaldırılması yolunda elbirliği içindedir: İzleyicinin suya dalması, erişimde kolaylığa ve karşılıklı etkileşime dönüşür. Bu izleyicinin doruk noktası mıdır yoksa sonu mudur? Herkes oyuncu olursa ortada olay kalmaz, sahne kalmaz. Estetik yanılsamanın sonudur bu. Makineler yalnızca makine üretirler. Sanal teknolojiler mükemmelleştikçe bu gitgide daha da gerçek olmaktadır. Belli bir manevra düzeyinde, suya dalar gibi sanal makinelerin içine dalma düzeyinde, artık insan/makine ayrımı yoktur: Makine, karşılıklı yüz yüze gelmenin iki tarafına da egemendir. Belki siz sadece onun sahip olduğu uzamın uzantısısınız -insan, makinenin sanal gerçekliğine dönüşmüş ve onun aynadaki işlemcisi olmuştur. Bunun nedeni, ekranın kendi özünden kaynaklanmaktadır. Aynanın öte dünyası vardır ama ekranın öte dünyası yoktur. Zamanın boyutları orada, gerçek zaman içinde birbirine karışır. Hangi sanal yüzey olursa olsun, her sanal yüzeyin özelliği önce bir boşluk olmasıdır ve haliyle herhangi bir şeyle doldurulmaya elverişlidir, artık sıra sizdedir, gerçek zamanda ve boşlukla karşılıklı etkileşime geçiniz. Buna koşut olarak, makinenin iletişim aracıyla üretilen her şey bir makinedir. Metinler, görüntüler, filmler, söylemler, bilgisayar çıkışlı programlar mekanik ürünlerdir ve hepsi makinenin sahip olduğu ayırt edici özelliklere sahiptir; yani, özel efektlerle süslenip bezenen filmler, makinenin ne pahasına olursa olsun muzip çalışma istemine (bu onun tutkusudur) ve sınırsız çalışma uğruna işlemcinin büyülenmesine bağlı olan anlatıma değer katmayan sözcüklerle uzun uzadıya süslenmiş metinler, yapay olarak büyütülebilirler, makinelerle lift edilerek yenilenebilirler. Bu nedenledir ki, filmlerdeki bütün bu şiddet ve pornografik cinsellik can sıkıcı bir niteliktedir, ayrıca şiddet ve seksin özel efektleridir ve hatta, insanlar bunlarla daha çok düş kurarlar -salt mekanik bir şiddettir bu ve bize dokunmaz. Bu nedenle, bütün metinler, yaptığı tek jesti programlama jesti olan "akıllı" sanal ajanların eseri gibidir, gerisi otomatik ölçütlere bağlı olarak devam eder. Bunun, sözcüklerin ve kavramların büyüleyici bir biçimde iç içe girmesini beceren otomatik yazıyla hiçbir ilişkisi yoktur zaten; oysa burada, söz konusu olan yalnızca programlama otomatikliğidir, bütün olabilirliklerin otomatik biçimde sapmasıdır. Bedenin, metnin, görüntünün mekanik dizaynı hadi ileri. Bunun adı sibernetiktir, yani metne, görüntüye, bedene, bir anlamda içeriden, kafadan, genetik kodla ya da tedavi cihazlarıyla oynayarak komut vermek. Zaten, metnin ya da görüntünün bu ideal performans fantasması, bu durmaksızın düzeltme olanağı, "yaratıcı"da, kendi nesnesiyle karşılıklı etkileşimin yarattığı bir baş dönmesine neden olur, ama bu baş dönmesi, kendi olanaklarının teknolojik sınırlarına dek gidememenin getirdiği sıkıntılı bas dönmesidir aynı zamanda. Aslında (sanal) makine size konuşmaktadır ve sizi düşünmektedir. Zaten, bilgisayarların dünya çapında birbirlerine bağlanmasıyla oluşturulan bu bilgi evreni ve iletişim ortamının veri bütünlüğünde, yani sanal gerçekliğin içinde, gerçek anlamda bir şeyler keşfetme olanağı var mıdır? Internet'in işi gücü, özgür zihinsel bir uzamı, bir özgürlük ve keşif uzamını simüle etmektir, internet aslında çoklu, ama saymaca bir uzam sunar yalnızca; işlemci, bu uzamda, belli öğelerle, kurulu sitelerle, belirlenmiş kodlarla karşılıklı etkileşimde bulunur. Bu araştırma parametrelerinin Ötesinde başka hiçbir şey yoktur. Her soru sonradan verilecek bir cevaba tahsis edilir. Siz otomatik soru soran kişisinizdir, ama aynı zamanda da makinenin otomatik tele-sekreterisinizdir. Yani hem kodlayan hem de kod çözen -aslında, hem kendi kendinizin merkezisiniz, hem de kendi kendinize yazışma arkadaşısınız. İletişimin insanı kendinden geçiren yanı da budur. Karşınızda başkası yoktur, gideceğiniz son bir yer de yoktur. Sistem böylece sonu ve sonucu olmaksızın döner. Onun elindeki tek olanağı, üreme ve sonsuz sayıda genişleyip açılarak eski haline dönmesidir. Bu nedenledir ki, elektronik ve bilişim yoluyla gerçekleşen etkileşim, bir uyuşturucu kadar rahat bir baş dönmesi yaratır. Ara vermeden, orada hayatımızın tamamı geçirilebilir. Zaten, uyuşturucu da, kapalı devre işleyen çılgın bir etkileşimin mükemmel örneğidir. Sizi evcilleştirmek için şöyle deniliyor size: Bilgisayar, daha pratik, daha karmaşık bir yazı makinesinden başka bir şey değildir. Bu doğru değil. Yazı makinesi son derece gerçek bir nesnedir. Yazdığınız sayfa serbestçe dalgalanır, ben de onun gibi dalgalanırım. Yazıyla somut bir ilişkim vardır benim. Ak sayfaya ya da yazılan sayfaya gözlerimle dokunurum, ama bunu ekranla yapamam. Bilgisayar ise gerçek bir protezdir. Onunla yalnızca etkileşimli bir ilişki halinde değilim, aynı zamanda dokunur dokunmaz diyalog halinde ve kendiliğinde içten duyumsal bir ilişkideyim. Kendim bizzat ekranın bir dışplazmasıyım. Bu nedenledir ki, sanal görüntü ve beyin kuluçkada iken, bilgisayarları etkileyen kusurlar kendi bedeninizin yanlışlıkları gibidir. Buna karşılık, işletim sisteminde, hiçbir zaman bireylerin kimliği öncelikli değildir, bilgisayar ağlarının kimliği önceliklidir, yani öncelik, bilgisayar ağı kullanıcılarına değil, bizzat ağın kendisine verilmiştir, bütün bunlar şu anlama gelmektedir: Kullanıcı, orada kendini simüle etme olanağını, sanallığın elle dokunulamayan ortamında yok olma olanağını yakalar ve haliyle, kendisi için de olmak üzere, hiçbir yerde işaret noktası bulamaz, sonuçta, her tür kimlik sorunu, ama ötekilik sorunları hariç, böyle çözümlenmiş olur. Böylece, bütün sanal makinelerin çekiciliği, enformasyona ve bilimsel bilgiye susamışlıktan çok, hatta birisi ya da bir şeyle buluşmaya susamışlıktan çok, yok olma arzusundan kaynaklanır, hayal gibi işleyen bir erişim kolaylığı içinde eriyip gitme olanağının yakalanmasından kaynaklanır. İnsanı gerçeklerden koparıp havalarda uçuran bir biçimdir bu, mutluluğun yerine geçen, artık varolma nedeni olmayan bir olgu olması nedeniyle mutluluk gerçeğinin yerini alan bir biçim. Sanallık, şeylere olan her başvuruyu gizlice ortadan kaldırır ve mutluluğa benzemesinin tek nedeni de budur. Her şeyi size verir ama aynı zamanda da, kurnazca her şeyi sizden saklar. Özne orada kusursuzca kendini gerçekleştirir, ama kusursuzca kendini gerçekleştirirken aynı zamanda da otomatik olarak nesneye dönüşür ve panik başlar.
not: Baudrillard'ın 1987-1997 arasında yazdığı çeşitli metinlerden oluşan bu kitabın Fransızca başlığı Ecran Total. Ecran Total Türkçeye "Tam Ekran", "Topyekun Ekran" vb biçimlerde çevrilebileceği gibi, Fransızca bir terim olarak güneşten korunma kremleri söz konusu olduğunda "tam koruma" deyişiyle de karşılanabiliyor. (ykykultur.com.tr)
KAYNAK: Jean Baudrillard - Tam Ekran (YKY - 2001)

Hiç yorum yok: