19 Haziran 2008 Perşembe

Geçmişin Tahavvülü

ALT BAŞLIK: ''insan ekolojisi ve etkileşimcilik bağlamında çevresel yaşam''
İÇİNDEKİLER:
-giriş
-a)insan ekolojisi bağlamında çevresel yaşam
-b)etkileşimcilik bağlamında çevresel yaşam
-sonuç


GİRİŞ:
herkesin bir geçmişi vardır ve mesele geçmişi algılayışımızdadır. benim de herkes gibi uyruğum ve ailem var ancak bunları ben seçmedim. benim de herkes gibi belli kurumlar ve tüzel kişiliklerle ilişkilerim oldu, devam eden ilişkiler de var. bu mevcut bağları koparmak ya da geliştirmek.. işte bu benim seçimim. buraya kadar sorun yok zira nesnel şeylerden bahsettim. temel meselem ise yukarıda bahsedilenler dışında kalan çevremle kurduğum ilişki ve tabii iç dünyam. işte bu 'deneme'yi yazmaktaki hedef zihnimdeki geçmişimi algılayışımı değiştirmek. kişisel geçmişime yönelik bakış açımı değiştirmekten keyif alıcam zira 'bu an', geçmişimin etkisiyle yaşanmaya mahkumdur çaba gösterilmezse. şunu kastediyorum; bu andan itibaren farklı şeylerin etrafımda olması temelde değişim yaratmaz.. bunu yaratacak olan sadece benim zihinsel dönüşümü gerçekleştirebilme iradem. tamamen aynı şartlarda olan iki insandan biri yaşama sevinciyle dolu iken diğeri neden intihar eder? işte algı bu kadar hayati önem taşır. algılayışı belirleyense insanın somut çekirdeği olan genotiptir. tohum gününün ardından anne karnı süreci ve doğum günüyle birlikte bilinçdışı olan evre ise fenotipimizin temel belirleyicisidir. soyut çekirdek (töz) ise somutu hatırlamayan ancak o çerçevede algılayan insanın özüdür. bebeklik dönemi sonrası süregelen bilinçli yaşamı, iki boyutlu bir sanat olan resimle özdeşleştiriyorum. insan, bitirilmiş ve çerçevelenmiş bir tuval gibidir. ressamları başta anne ve yardımcısı olan babadır. ilerleyen safhalarda yakın çevreden ufak rötuşlar da yapılır ancak insan, hatırlayabileceği ilk anısında çoktan müzelik olmuştur. artık bir sanat eseridir zira herkes tek ve biriciktir. lakin hayatın karmaşıklığı milyarlarca resmin olduğu bu müzedeki izleyicilerin çokluğundadır. herkes birer resimdir ama aynı zamanda müzeyi gezen ziyaretçilerdir de. tüm tablolar izlenebilir.. biri dışında: kendi tablomuz. bu noktada tüm müzeyi gezmenin bir önemi yoktur zira bir şey hep eksik kalır ve o şey en önemlisidir: kendimiz. biri gelip tabloyu kaldırdığında artık müzenin dışındayızdır çünkü, depoya kaldırılırız. bu bağlamda kendimizi başlarının gözlerinde ararız. müzeyi gezen izleyiciler resmimize bakarken, biz de onlara bakıyoruzdur, bakan farkına varmadan. ziyaretçilerin çoğu gelir ve geçer ki bu çok doğaldır; öyle bir müzedir ki bu gezmeye ömür yetmez. hemen herkesin derdi kendi eksiğini gidermektir ve bunun ikinci yolu da başka resimleri, ötekini izlemektir. salt iki uç noktadaki izleyici benim için önemlidir, gerisi teferruattır; biri sanatsal hazdan dolayı baygınlık geçirebilendir, bir diğeriyse sanat düşmanıdır. düşman, resmi duvardan alıp parçalayabilendir. ve benim öncelikli kurtarıcım düşmanımdır zira çerçeveyi kırmıştır, sayesinde özgürleşirim. baygınlık geçirense konumun dışında olan aşka dairdir. aşk da ikincil yoludur özgürlüğün ancak zihinsel bir özgürlüktür, insanın tüm benliğini kapsayıcı değildir çünkü sanat düşmanı, sembolik düzeyde, egosunu aşıp kendine bakan bireydir. aşık olan izleyici ayılırsa eğer, müzeyi gezmeye devam eyler ancak hep o ilk aşkı olan tabloyu arayarak çaresizce.. bilmek istemediği gerçek tüm tabloların farklı olduğudur, yapması gerekense gezmeyi bırakıp düşmanını beklemektir.
peki beklerken ne yapabiliriz? giriş bölümünün kalan kısmında öncelikle geçmişin tahavvülü sorunsalının çözüme ulaştırılma aracı olarak kullanacağım 'çevresel yaşam' kavramını açıklayıp daha sonra neden 'insan ekolojisi' ve 'etkileşimcilik' alanlarından faydalandığımı, son olarak ise çekirdek düşünce olan geçmişin tahavvülü başlığını neden seçtiğimi anlatıp ilk bölüme geçicem.
çevresel yaşam kavramını, çevresel sanat ve bir alttürü olan çevresel tiyatrodan esinlenerek uydurdum. bunca kavram varken yeni bir kavram üretme ihtiyacı ise çevresel yaşamın çerçevesi olan geçmişin tahavvülü ile ilintili zira geçmişin temel iki etmeni 'kişisel ve kültürel' geçmiştir. kişisel geçmişin sıfır noktası olarak 'doğum anı'nı kabul ediyorum. sonrasındaysa 'etkilenim' kavramı önem arz ediyor. etkilenim; genotip ve anne karnı sürecinin ardından resmi olarak var olunan an olan doğum anının sonrasının ilk aşaması, ayrı bir varlık olarak içsellikten çevreselliğe attığımız ilk adım, ağlayarak gelinen dünyada geçirilen ilk saatler. biyolojik bir varlık olarak doğan insan, zamanla kültürel bir varlık olmaya evrilir. ebeveynle etkileşim başladığı an işler karışır zira bebeğin kişisel ilişkilerinin tümü kültürel varlıklarla gerçekleşir. bu noktada aynı genotipe sahi tek yumurta ikizleri marjinal bir örnek olarak önemli. birbirleriyle ilişkileri azaldıkça farklılaşmaları hız kazanır ki şöyle bir hayali deney düşünelim: doğum ormanda gerçekleşsin ve ilk ikiz anneyle kalsın, ikincisi ise maymunların olduğu ormana bırakılsın. bu ikizler yıllar sonra biraraya geldiğinde fenotipleri ne kadar benzer, ne kadar farklılaşır? işte çevresel yaşam kavramına bu noktada ihtiyaç duydum. ikinci bebek tamamen çevresel bir hayat yaşamışken (maymunların kültürü olmadığından), birincisi uygar ve kültürel bir ortamda izleyicilikle çevresellik arasında gelgitler yaşamıştır. en temel fark olan 'dil', izleyiciliğin içsel örneği; zihinden geçenler ya birebir ifade edilir, ya değiştirilerek aktarılır ya da yok sayılır ve bunların yapılması için düşüncelerin izleniyor olması gerekir. bu alan etkileşimciliğin alanıdır: beden-zihin dualitesi. hayvanların kendilerini ifade edişi genotip ve etkilenim temelinde gerçekleşir. insan türündeyse etkilenimin ilk anlarından başlayarak bebekle konuşulması sebebiyle dilin dolayısıyla düşüncenin ilk tohumu atılır. tam bu noktada devreye insan ekolojisi girer. en basit tanımıyla: 'insan ve çevresi arasındaki her türlü etkileşim'.
peki tüm bu kavramların sentezine ne gerek var? cevap tahavvüldedir. tahavvül genelde zorunlu hallerde kısmen uygulanır ya da belirli hayat standardı çizgisi oturunca unutulur. kısmen uygulamak fenotiple zihnin savaşını geçici bir anlaşmayla sona erdirmektir. unutmak ise yalnızca bedeni değişen bir varlık haline gelmekle sonuçlanır. bedensel değişimler zihni etkiler, etkileşim biter, tek yönlü bir ileti -bedenden zihine yönelik- vuku bulur. bu duruma 'zihnin ölümü' diyorum. bu bağlamda tahavvül neden önemli ve nasıl olmalı? kültürel bir varlık olma yolunda aileye ve topluma uyum sağlama çabalarının sonucu olarak psişe arkaplanı olan bilinçdışı ortaya çıkıyor ki ya kendi soyut çekirdeğiyle uyumsuz, salt çevreyle uyumlu zihinsel ölüme uğramış insan ortaya çıkıyor (düşünmeyen, ifade edilmeyen zihin) ya da 'zihinsel hasta' dediğim, tahavvülü kısmen uygulayan insan. sağlıklılık için önşartım 'zihinsel doğum'. işte bunu gerçekleştirmenin yolu olarak da geçmişin devrimci bir biçimde tahavvülünü öneriyorum. son olarak şunu da belirtip giriş bölümünü noktalamanın zamanı: tahavvül yerine 'değişim ya da dönüşüm' kullanılabilir ancak eskimiş bir sözcük olan tahavvül bazılarına hiçbir şey çağrıştırmıyor olabilir ki tahavvülün seçimi dil öncesi dönemde oluşmuş somut çekirdeğe dönüş için bir çağrı simgesi kendi içinde. denemenin üst-başlığı olan 'geçmişin tahavvülü'nü okuyan biri 'geçmişin nesi?' der ve iki şey yapar: ya çağrışım olmadığı için okumaz ya da tam tersine bilinmeyeni iştahla okur. ilkini yapanın zaten ya okumaya ihtiyacı yoktur ya da zihinsel ölüdür. ikinciyi yapan ise benim gibi, toplumun geneli gibi zihinsel hastadır ve iyileşmeyi umuyordur!

A)İNSAN EKOLOJİSİ BAĞLAMINDA ÇEVRESEL YAŞAM: günümüz dünyasının yaşam seçenekleri bol; şehirde-mezrada, yerleşik-gezgin, evde-dışarıda, sosyal-marjinal vb. bir çok seçenek ve aynı zamanda seçenekler içiçe. global dünyada sonuç karmaşa. bu yazının çerçevesi ise karmaşık toplumsal yaşam değil kişisel yaşantı. bu deneme sosyolojik değil psikolojik bir çabanın ürünü. dünyanın sosyolojik, politik, ekonomik vs. alanlarda ulaşacağı nihai sona olan inancımı kendi distopik bakışımla tek bir cümleye indirgeyerek belirteyim: 'totaliter bir tüketim toplumu'. bu noktaya ne zamanve nasıl ulaşılır bilinemez ancak varsayımda bulunulabilir ki tek bilinebilir olan şey kendimiziz. insan ekolojisi çok geniş bir alan. bu yüzden bu bölümün asıl konusu olan çevresel yaşama katkısını dikkate alarak kişisel ekolojimden bahsetmekle yetinicem. geçmişi dönüştürüp, şimdiki zamanda yeterince mevcut olabilirsek geleceğimiz bir muamma olmaktan çıkar. temel olan kendi doğrultumuz netleşince, toplumsal dalgalanmalar da sınırlı bir ölçüde kişiselliğimizi etkiler. bu noktaya ulaşan, zihinsel doğumu deneyimlemiş sağlıklı insanı ekoloji belirlemez. insan, insan ekolojisinin nesnesi olmaktan kurtulur ve ekolojinin öznesi olur. halen etkilenmeye açık bir fenotipi vardır elbet ancak kişisel ekolojisini de benzer biçimde etkiler. etkileşimin sağlıklı olmaya yönelik gerçekleşmesi zorunlu olur zira sağlıklı zihin etrafın şifa dağıtır. işlevsel örnekler vermek adına gündelik hayatın bazı temel olgularına değinmekte fayda var ki öncelikli olanlar 'iş' ve 'ev'. iş, maddi-manevi tatmin sağlıyorsa arayış keyfidir. maddi tatmin, kişinin -herkese özgü olarak farklılıklar ihtiva eden- ihtiyaçlarını giderebileceği bir maaşa veya ciroya tekabül eder. manevi tatmin, zihinsel sağlığa zarar verecek etkenlerin iş ortamında olmayışına. iş tamamsa sıra ev olgusundadır. ev de iş gibi tatmin ediyorsa arayış keyfidir. ev olgusu, ev içi ve ev dışı olarak iki yönlüdür. evin içinde anahtar kavram huzurdur. ev dışında ise komşularla ilişkiler ve yaşanılan muhitten memnuniyet (ev ile ilgili daha önce yazdığım bir metin arşivde mevcut). evden işe gidildi, işten eve gelindi.. kalan zaman için iki seçenek var: sosyal ilişkiler ve hobi. sosyal ilişkiler akrabalarla süregelen ilişkiler ve arkadaş denen tanışılmış insanlarla kurulmuş ilişkilerin toplamıdır. akrabalık ilişkilerinde kurulması gereken minimum bağ; ailenin görüştüğü akrabalar eve konuk olduklarında arıza çıkarmamak, özel günlerde toplanılan eve kısa da olsa uğramak ya da telefon açıp mazaret uydurmak ve herhangi bir akrabanın hastanelik olması durumunda hastayı ziyaret etmektir. tabii son olarak evlilik ya da cenaze merasimlerine katılmak da cabası. hayatın bana ne getirceği belli olsa bile aileme ne getireceği belli olmaz! salt bu kara günler düşünülerek dahi minimum bağ koparılmamalıdır ki bu bağ aynı zamanda çevresel yaşama dahil olmanın da bir adımıdır. arkadaşlık ilişkilerini ise üçe ayırıyorum: iş arkadaşları, iş-ev dışı yaşam alanlarının paylaşıldığı arkadaşlar ve sevgili de denen duyusal etkileşimin temel olduğu özel arkadaş. tanışılmış insanlarla geçmişte kurulmuş bağlar tümüyle koparıldıysa yenileri için temel üç yol vardır; sivil toplum, kamusal alan ve kurslar. öyle veya böyle ailevi ilişkiler hariç hiçbir sosyal ilişkisi olmayan asosyal insanın tek kurtuluşu hobidir. fenotipe ve çevresel yaşama uygun bir hobinin temel özelliği kendini ifade etmeye yatkınlığıdır. bu tip bir uğraş edinilmezse geriye kalan şey boşluk olur. meditasyonla doldurulabilmesi için boşluğun, kişisel ekolojinin doğal ve güvenli bir ortam olması şarttır. böyle bir ortam da yoksa boş zamanda yıllardır alışılmış zihinsel hasta kimliği ona bürünmemiz için bizi kışkırtır. yalnızken yapılması zihinsel doğuma engel olan temel iki şey vardır: maddi bağlamda alkol kullanmak ve manevi bağlamda televizyon izlemek. yalnızken yapılması gereken; fişi çekmek ve evde alkol bulundurmamaktan ibarettir. çaresiz hissediliyorsa; ev, mümkün mertebe doğal bir ortama benzetilip yoga ve meditasyon yapılabilir. son çare boşluğu doldurmak için ek bir işe girmektir. bunu yaparken nihai hedef ise çevresel yaşama geçilemeyen kişisel ekolojiden göç etmek olmalıdır.

B)ETKİLEŞİMCİLİK BAĞLAMINDA ÇEVRESEL YAŞAM: çevresel yaşamın yolu geçmişin tahavvülü ve nihai hedef zihinsel doğum ki bu doğum gerçekleşse bile 'biyolojik doğum bilinci'ne dönmek esneklik ve dikkatin harmanlanmayışı durumunda farketmeden olur. farkındalık sadece dikkat değil esneklikle de ilgilidir. salt dikkat insanı bütünlüğünden koparır. esneklik insana zihnin herşey olmadığını hatırlatır. ne kadar dikkatli olursam olayım kişisel ekolojimin temel unsuru olan insanlardan biri; dikkatsizlikten, isteyerek ya da cinnet sonucu ölümüme sebep olabilir. insan ekolojisinin en kısa özeti 'dış uyaranların toplamı'dır ve herkes bunun bir parçası. zihinsel doğumla farklı bir dünyaya doğmam, etrafım yine hastalıklı zihinlerle kaplı olur. bu kuşatılmışlığı aşmanın yolu etkileşimcilik kavramı; iç uyaranların zihin-beden ikiliği üzerine etkileri ve zihin-beden diyalektiği. kişisel ilişkilerde zihinsel sağlığı korumanın veya zihinsel doğumun ana yolu her daim kendin olmak, özne olabilmektir. ilişkiye girilen kişilerin etkisiyle bilinçaltından farklı farklı şeyler bilinç düzeyine çıkar. mesele bunları soyut çekirdeğin rehberliğinde süzmek, fenotipe uygun bir biçimde, etkileşim anı sonrası olumsuz tortular kalmaması amacıyla 'ol'abilmek için aktarmaktır. ben, özne olabilirsem, doğru insanları da seçebilirim. deneme-yanılma yöntemiyle yıllarımı geçirmem. ihtiyaç öznelerarası ilişkiler kurmaktır. insanları kategorize etmem. sadece zihinsel olarak sağlıklı oluşları önem kazanır. bu bir ayrımcılık değildir. en önemli sorumluluk olan kendi sağlığımı korumanın öncelikli yoludur. insanlar üzerine düşünmeye, onları analiz etmeye gerek yok. bunu düşünsel olarak yaparsam kendimden uzaklaşırım. zihnim başkalarıyla meşgulken, bedenimle etkileşimi kesintiye uğrar. odaklanmam gereken iç uyaranlardır. bunu yapacak kadar dikkatli olursam, zihin farkında olunan bir alan olur, bilinç ışır. böylece farkedilemeyen uyaranlar sebebiyle bedende semptomlar ortaya çıkmaz. ikincil olduğu halde içten geldiği sanılan bedenin zihne yönelik hastalıklı etkileri vuku bulmaz. zihin tamamsa, zihinsel doğum olmuşsa çatışmalar biter.sağlıklı etkileşim sonucu çevresel yaşamın yolu açılır.

SONUÇ: geçmiş, geçmiş yıllar üzerine düşünerek değil bugüne etkileri irdelenerek değiştirilebilir. bugün dedğim şey insan ekolojisinin doğal bir sonucu: dünya kendi ekseni etrafında dönüşünü yirmidört saatte tamamlıyor ve dünyada bulunduğum kişisel ekolojime uygun olarak gece ve gündüz dene döngünün parçasıyım. peki benim eksenim ne? soyut çekirdeğim. bugünü yirmidört parçaya bölen kültürümüz bunu uygarlık adına yaptı tamam ama ben neden saat-zamanına uyuyorum? güvenliğimi sağlayacak kadar para kazanabilmek ve evrensel olarak insanlar uyduğu için. bu soru-cevaplar kişisel ve kültürel geçmişe yönelikti. cevapların ilki soyut, ikincisi ise somuttu. kendimi soyut olarak algılarım, çevremi ise somut. bu hemen herkes için geçerlidir. kimse zihnimde soyutladığım kendimi algılayamaz, ben de kimseyi. işte soyut çekirdek bu kadar kişiseldir ve herkeste kendine özgü bir yapı olarak şekillenir.. bu yazıya son noktayı koyduğum andan sonra ne yapacağım? peki yapacağım şeyden sonra? gelecek, zihinsel doğum olsa dahi pusludur. net olan tek şey benim olup olamayacağım. yapacağım şeylerin temelde önemi yok, olmak önemli. işte soyut çekirdek oluşun özünü muştulamak için gerekli bir kavram. buna töz veya varlık sözcüklerinin bugüne dek yapılmış yorumlarına verilmiş kişisel bir cevap diyebilirim. makro düzeyde evrenle ilgili çözümsüzlüğe de cevabım aynı: kozmogoni araştırmalarının pratik bir sonu olamaz. sadece teorik olarak bir yere varılabilir. bu praksis yoksunu noktadaki bilgelik kabullenmek. doğa bunu her an sergiliyor. doğanın kültürü yok, sadece var. insanın ise salt doğal bir varoluş için geriye dönüp doğaya karışma şansı yok ama nihai bir sona varış şansı da yok. geriye veya ileriye gitmek kültürel bir hastalık. uygarlaştık ve güvendeyiz.zihnin hastalıkları güvenliğin bedeli. önce evler yaparak hayvanlardan korunduk sonra devlet ve hukukla birbirimizden korunmaya başladık. devrimci pratik çevresel yaşamaktır. bugünden zevk alınamayan, çevresel yaşanamayan zaman, kültür vasıtasıyla çevreselliğe geri dönebiliriz. uygarlık verdiğini alır ve insanı andan koparır. uygarlık, evrensel bir tüzel kişilik gibidir. o zaman ben, kendi gerçek kişiliğimle karşısında ezileceğime göre ya kaçar ya da insanlarla birlik olurum. ölüm, salt tüketici olmaktır. yaşam ise birlik olmak. düşman kim peki? düşman sormaktır, dost ise yaşamak!

Hiç yorum yok: