14 Ocak 2009 Çarşamba

Ben & İd

'' Ben & İd, Freud'un en çok bilinen kuramı olan Yapısal Teori'nin (bkz. id-ego-süperego) temelinin atıldığı metindir.

Yapısal teori insan ruhsal işlevini esas olarak bilinç ve bilinçdışı kavramlarıyla düşünen ve fenomenolojik açıdan çok daha "deneyime yakın" bir yaklaşım olan eski topografik kuramı bir kenara atmamış, genişletmiştir. Bununla beraber yapısal teori getirdiği birçok yeniliğe rağmen bazı sakıncalar da taşır. Bunlardan ilki yapısal teorinin jargonunun psikanalizin bilgi alışverişinde bulunabileceği komşu bazı biyolojik disiplinlerin dilinden kopuk olmasıdır. İlk metapsikolojik yaklaşımların dürtü, içgüdü, bilinç, bilinçdışı, duygu, fikirsel temsilci vs. gibi kavramlarıyla konuşulduğunda biyoloji kökenli disiplinler ne dendiğini, neden söz edildiğini anlamaya daha yatkındır; bu kavramlarla ifade edilen süreçlerin homo sapiens beyninin ne gibi işlevlerine denk düştüğü konusunda belli bir seviyede de olsa tartışma imkânı vardır. Halbuki yapısal teori ile birlikte özerk bir zihinsel aygıt modeli ortaya çıkmaya başlamıştır. Buna karşılık Kris, Rapaport, Erikson, Anna Freud ve özellikle Hartmann gibi bazı psikanalistler "organizma", "uyum" vs. gibi biyolojik göndermeleri olan kimi kavramları korumakla beraber yapısal teorinin en azından bazı bakımlardan akademik psikolojinin diliyle uyumlu hale getirilebileceğini düşünmüş ve bu yönde çaba harcamışlardır. Sonuç itibariyle "Ben Psikolojisi" bir dönem psikanalize egemen olan ekol haline gelmişti.

Ben ve İd, psikanaliz tarihinde yapısal teori gibi bir dönüm noktasına işaret etmenin ötesinde de önem taşır: Oidipus kompleksi. Oidipus kompleksi ile ilgili tezler Freud'un tüm eserine yayılmış ve daima merkezi bir önem taşımış olmakla beraber hiçbir zaman başlıbaşına ele alınmamıştır. Ben ve İd psikanaliz için büyük önem taşıyan bu kompleksin insan kişiliğini ve nevrotik gelişimini niçin ve nasıl etkilediğini anlatan önemli metinlerden biridir. Bugünkü bilgilerimiz bakımından söz konusu kompleksi nasıl ele alabiliriz? Oidipus kompleksi kavramı psikanalizin incelediği hemen hemen tüm insan dürtülerinin ve evrensel temalarının; cinsellik, saldırganlık, kıskançlık, rekabet, intikam, öç alınma korkuları, sevgi, ahlak, ensest yasağı vb. evrensel gibi görünen çatışmalı insan gerçekliğinin erken anne-baba-çocuk üçgeninde nasıl örgütlendiğini anlatır. Oidipus kompleksinin evrenselliği tezi antropolog Malinowski'den beri tartışılmış bir konudur. Bu tipte tartışmaları güdüleyen en önemli neden insan kültürleri ve tarihine özerk ve doğabilime bağlanamayacak bir alan açma çabası gibi durmaktadır. Son iki yüzyıllık fikir tarihi, Herder'den Foucault'ya kadar çok farklı düşünürleri ortak bir paydada bir araya getiren ama tipik örneğini tarihselcilik akımında bulan ve insan kültürlerini yerellik ve dönemsellikle sınırlayarak benzemezlikleri bakımından vurgulayan yaklaşımlarla, kötü örneklerini pozitivist akımların verdiği evrensel yönleri ön plana çıkaran yaklaşımların tartışmasına sahne oldu. Bununla beraber giderek tablonun değiştiğini, kolaylıkla pozitivizme indirgenemeyecek evrenselci yaklaşımların ortaya çıktığını görmekteyiz. Freud'un kurmaya çalıştığı şekliyle psikanaliz kuramı bu yeni evrenselci yaklaşımların ilk örneklerinden biridir.

Son iki yüzyılın entelektüel arkaplanını oluşturan tartışmanın yerelleştirip dönemselleştirmeye yatkın kanadı, yakın bir geçmişe kadar doğabilimsel olanın evrensel ve sürekli tekrarlayan bir yapısı olmasının, buna karşılık kültürel olanın tarihte ve coğrafyada büyük bir çeşitlilik göstermesinin önemli bir kanıt oluşturduğuna inanıyordu. Öyle ki, tarihi-kültürel bir olay tarihte yalnız bir kez olur; biriciktir, tekrarlamaz. Oysa doğa olayları sürekli tekrarlar. Bu açıdan doğa ve kültür bir karşıtlık içinde görünür. Ancak bu karşıtlık tezi günümüzde etkisini yitirmektedir; doğa olayları da biriciktir. Beş milyar yıldan daha önceki zamanlarda dünya ve güneş yoktu ve anlaşıldığı kadarıyla beş milyar yıl sonra olmayacak. Güneşin her gün tekrarlayan bir şekilde doğduğunu sanmamız onun bir "beyaz cüce"ye dönüşmeye yönelik fiziksel sürecindeki günlük farkların hissedilemeyecek kadar az olmasından kaynaklanıyor. Evrenin (uzay ve zamanın) oluştuğu onbeş milyar yıl önceki büyük patlamayı izleyen inanılmaz kısalıktaki zaman dilimleri içinde ne evrenin temel yapı taşları (leptonlar, bozonlar, kuarklar) ne de dört temel kuvvet (çekim, elektromanyetik, güçlü ve zayıf çekirdek kuvvetleri) bugünkü gibi bir dağılım gösteriyordu. Aynı deney koşullarında daima aynı sonucun alındığı da doğru değildir; böyle bir tekrarlama belli bir zihinsel soyutlama açısından geçerlidir ve kuantum mekaniği düzeyinde de bütün geçerliliğini yitirir. Gerek dünyanın jeolojik dönemleri gerekse gezegenimiz üzerindeki canlılık olayları önemli evrimler göstermiştir. İstanbul'un fethi tarihte bir kez olmuş ve benzersiz bir olaydır ama fiziksel olarak da bir kez olmuş ve benzersiz bir olaydır. Kısaca gezegenimiz üzerinde yer alan insan kültürlerini canlılığın evriminin ortaya koyduğu ilginç bir doğa olayı olarak ele almamak için hiçbir neden yoktur.

Son iki yüzyılın entelektüel tartışma arkaplanını, Freud'u izleyen bazı bilimadamı ve filozoflar değiştirme yoluna girmiştir. Fransız antropolog Lévi-Strauss evrensellik-tarihsellik çerçevesinde düğümlenen doğa-kültür karşıtlığı tezine bir başka ve görünüşte yukarıdaki yaklaşımın tam tersi bir açıdan ilginç bir yanıt getirmeyi denemişti; bütün kültürel çokbiçimliliğine rağmen söylencelerin temel yapıları ve toplumsal örgütlenmelerin temelini oluşturan akrabalık yapılarının kültürel çokbiçimliliğinin altındaki ensest yasağı evrenseldir. Keza Amerikalı dilbilimci Chomsky de tarih ve coğrafyada büyük çeşitlilik gösteren insan dillerinin evrensel bir derin grameri olduğunu savunmuştu. Bu görüş hâlâ geçerliliğini korumanın ve yeni kanıtlar bulmanın ötesinde günümüz dilbilimcileri onüçbin yıl önce dünyada sadece beş temel dil bulunduğuna, hatta daha eski dönemlerde yalnızca bir tek dil olduğuna dair bulgular elde ettiler ve aralarında bazıları bu dilin yaklaşık yüzelli kelimesine ulaşabildiklerine inanıyor. Bir yandan doğal olanın giderek daha çok tarihsel olana benzemeye başladığı diğer yandan kültürel olanın da evrenselleşmeye başladığı günümüzde doğa-kültür karşıtlığı tezi geçerliliğini yitirirken Oidipus kompleksinin evrenselliği tezi konusunda ne söylenebilir? Oidipus kompleksinin antropolojik önemi nedir? Oidipus tarih ve kültürler içinde çeşitli biçimler ve görünümler alabilen derin bir evrensel yapı olarak mı düşünülmelidir? Bu soruya evet yanıtını vermek gerektiği kanısındayım; Freud belli bir tarihsel-kültürel döneme özgü bir Oidipal yapılanmayı evrenselleştirmek istediğinde yanılmış olabilir. Ama anafikrinin doğru olduğuna inanmamız için pek çok neden vardır; gerçekten de Oidipus kompleksi çeşitli şekillerde tezahür eden antropolojik bir derin yapı gibi durmaktadır. Neden? Bu soruya verilecek yanıt ciltler dolusu bir tartışmayı gerektirir; burada yalnızca bazı satır başlarını vermekle yetinmek zorundayım. Öncelikle Oidipus kompleksinin niçin bir yapı olduğunu görelim. Paris Göstergebilim Okulunun öncüsü A. Julien Greimas temel anlambilimsel bir yapıdan söz edebilmek için siyah-beyaz gibi, aralarında karşıtlık bağıntısı bulunan ikili anlambirimsel öğelerden hareket etmemiz gerektiğini söyler. Bu öğelerden her biri aynı zamanda kendisinin başka bir bağlamda karşıtı olan yeni bir öğeyle bağlantılı olmalıdır. Bu yeni öğe de hem başka bir anlam bağlamında bir başka öğeyle karşıtlık ilişkisinde olmalı hem de diğer ikili karşıtlığın kendisine karşıt olmayan öğesiyle birbirini varsayan bir bağ içinde olmalıdır. İlk bakışta karışık gibi duran bu en basit anlam yapısını Oidipus kompleksi bakımından ele almak kavramamızı kolaylaştıracaktır. Oidipus kompleksi iki karşıtlık sistemi üzerine oturmuştur; nesil farkı ve cinsiyet farkı. Böylece kendi aralarında ikili karşıtlar oluşturan dört öğe ortaya çıkar; kadın-erkek ve erişkin-çocuk. Bu dört öğenin Oidipal yapılanmayla ortaya çıkardığı kümelenmenin öğeleri şunlardır; erişkin kadın, erişkin erkek, çocuk kadın, çocuk erkek. Bu kümelenmede her bir öğe bir anlam bağlamında diğeriyle karşıtlık içindeyken diğer anlam bağlamında diğer öğeyle karşıtlık içindedir; çocuk kadın cinsiyet bağlamında çocuk erkekle karşıtlık içindedir ama çocuk erkekle erişkin erkek arasında nesil bağlamında karşıtlık vardır. Erişkin erkekse çağrışımsal olarak erişkin kadını varsayar ve onunla cinsiyet bağlamında karşıtlık içindedir. Ve halka çeşitli kümelenmelerde birbirine bağlanarak döner gider. Böylece Oidipus kompleksi en yalın anlambilimsel yapılardan birini oluşturur ve nesillerle cinsiyetler arasındaki karmaşık ilişkileri ensest tabusu çevresinde anlam bakımından düzenler. Oidipus kompleksinin evrenselliğinde en çok tartışılan konu babanın işlevidir. Her ne kadar anne-çocuk ilişkisi büyük kültürel farklılıklar gösteriyorsa da, bu ilişki geniş ölçüde fizyolojiktir (eski tabirle doğaldır). Oysa babanın işlevi tamamen "kültürel" gibi durmaktadır; babayı çocuğa bağlayan görünür bir fizyolojik ilişki (hamilelik ve çocuğun doğmasında erkeğin hormonlarında ve organizmanın yapısında bir değişiklik oluşmadığına göre) yoktur. Bu durumda erişkin erkeğin çocuk ve erişkin kadın üzerinde hak ve yükümlülük iddia ederek kendini "baba" konumuna oturtması tamamen kültürel, belki de doğal olandan kültürel olana geçişi sağlayan bir müdahaledir. Nitekim Malinowski'nin Trobrian adası yerlilerinden yola çıkarak Oidipus kompleksinin evrenselliği tezine karşı çıkarken dayandığı kanıt, bu toplumda "baba"nın çağdaş Batı toplumlarında gözlenen hak ve yükümlülüklere sahip olmamasıydı. Oysa Malinowski'nin gözden kaçırdığı nokta, ciddi bir ensest tabusu olan bu toplumda benzeri hak ve yükümlülüklere bir başka erişkin erkeğin, "dayı"nın sahip çıkmasıdır. Doğumla beraber erkek bedeninde belli bir değişikliğin olmaması erkekte beyin yapılanması itibariyle içgüdüsel bir çocuk ilgisizliği olduğu anlamına gelir mi? Mevsimlik monogam birçok kuş türünün erkeklerinde böyle bir babalık içgüdüsü olduğunu biliyoruz. Bu noktada kendi türümüzün biyolojik özelliklerini ve beyin örgütlenmesini daha iyi tanımamız gerekmektedir.

Üç buçuk milyar yıllık canlılık tarihinin yaklaşık son yüz-yüzelli bin yıl gibi kısa bir zaman diliminde varolan homo sapiensler, arkaik homo sapiens türünün Güney Afrika'daki marjinal bir mutantı olarak zenci ve muhtemelen dişi bir tek hayvandan türemiştir. Geniş ölçüde arkeolojik bulgulara dayanarak ama daha kesin bir dille konuşabilmemizin nedeni bugün tüm dünyaya yayılan homo sapienslerden alınan doku örneklerinin birbiriyle tamamen özdeş mitokondrial DNA ihtiva etmesidir. Mitokondrial DNA sadece dişiden gelir ve milyon yılda yüzde iki-dört oranında mutasyona uğrar. Bu durumda insan soyu iki yüz bin yıldan daha eski olmayan bir zamanda bir tek ortak ve muhtemelen dişi atadan gelmiş olmalıdır. Homo sapiens (insan), arkaik homo sapiens adı verilen başka bir insansı türden gelir. Burada ayrıntısına giremeyeceğimiz birçok arkeolojik bulgu ve beyinlerinin kafataslarında bıraktığı izlerden arkaik homo sapienslerin de el işareti ve bedensel jestlere daha çok yer veren, muhtemelen kelime hazinesi ağırlıklı olarak emir kipi fiilere dayanan, isimlere daha az oranda yer veren bir dille anlaştığını biliyoruz. Yani ilk insan vahşi doğanın bağrına düşüp de kültürü kurmamıştır; insan kültürün içine doğmuştur. Kültür insanın doğal yaşam tarzıdır; doğal ortamıdır.

Türlerin evriminde ortaya çıkan her bir yeni özellik diğeriyle girift ilişkiler içinde birbirini etkiler. Bu nedenle insansı türlerin altı-yedi milyon yıl öncesine kadar geri giden iki ayak üzerinde durmasının, bunun sonucunda vücut yapısında oluşan değişikliklere bağlı olarak doğum yollarının değişmesinin, kafa ve beyin hacminin gelişmesinin, buna karşılık bir batında doğan çocuk sayısının azalmasının, alet yapma, konuşma ve toplumsallaşma gibi becerilerin karşılıklı olarak birbirini nasıl koşullandırarak bir "evrimsel baskı" oluşturduğunu anlatmak burada üstlenemeyeceğim kadar kapsamlı bir çaba gerektirir. Sonuç itibariyle, homo sapiens türünde hamilelik süresi uzamış olmasına rağmen her doğum bir erken doğumdur. Çünkü homo sapiens beyni doğumdan sonra diğer hiçbir türde görülmeyen oranda büyümeye devam eder. Bu durum, insanın doğal ortamı olan kültürün beyinin işlevleri üzerinde önemli bir etkisi olmasının, dolayısıyla insanda hangi özelliğin kalıtsal olarak belirlendiği, hangi özelliğinse kazanılmış olduğuna karar vermeyi güçleştirmesinin ötesinde, başka hiçbir türle karşılaştırılamayacak kadar uzamış bir çocukluk, yani bağımlılık dönemi anlamına gelir. Öte yandan çalışması en çok enerji gerektiren organ olan beyni büyümüş, buna karşılık çeşitli evrimsel nedenlerle midesi küçülmüş olan türün yüksek enerji değeri olan besinlerle beslenmesi gerekir. Bu durum dişi homo sapiens'in gerek uzun hamilelik gerek uzun annelik döneminde ciddi yardım almasını gerektirir. Bu evrimsel gereksinim yüksek bir toplumsal dayanışmayla çözülebilirdi. Nitekim homo sapiens bakımından öne çıkan özellik, sese dayanan konuşmayla birlikte toplumsal dayanışmadır. Öte yandan dişi homo sapiens'in diğer primatlardan farklı olarak östrus çevriminden menstrus çevrimine geçmiş olması ve yılın her dönemi cinsel olarak aktif olması erkeğin ilgisini başka hiçbir türde gözlenmeyen oranda dişiye çevirmesine yol açmıştır. Bütün bunlar evrimsel açıdan erkek homo sapiens'in güçlü babalık içgüdüleri geliştirmiş olmasını gerektirir. Nitekim sosyobiyolojik gen stratejisi modelleri bakımından dişi ve erkek hamo sapienslerin monogam olmasını gerektirecek bir neden olmamakla birlikte insan yavrusunun yukarda ifade ettiklerimden daha fazla nedenle türün devamlılığını sağlayacak nadir ve değerli bir genetik taşıyıcı haline gelmiş olmasından dolayı, erkeğin de çok fazla spermatozoit üretmesine rağmen ortaya çıkan yavrularını sahiplenme eğilimi güçlü olmalıdır. Burada kısaca ve birkaç ana nokta çerçevesinde ifade etmeye çalıştığım nedenlerle erkek homo sapiens'in çocuklar ve dişi üzerinde diğer hiçbir primat türünde gözlenmeyen oranda artmış bir ilgisi vardır. Bu ise Oidipal yapılanmanın evrenselliği tezinde en çok tartışılan noktayı; erişkin erkeğin babalık işlevini pek de kolayca reddemeyeceğimizi gösterir.

Sonuç itibariyle Freud sadece psikanalizin değil muhtemelen gelecekte kurulacak yeni bir disiplin gibi duran psikobiyoloji'nin de öncüsüdür. ''


KAYNAK:
Saffet Murat Tura - http://www.metiskitap.com/
(ilgili kitabın ben&id adlı makale için yazılmış önsözü)

Hiç yorum yok: