12 Eylül 2008 Cuma

Şer

''Psikanaliz, bu yazıda keşfetmeye çalıştığım ‘kurumsallaşmış şer’in psikolojik alanını aydınlatabilir mi? Benim izlenimime göre psikanalistlerin çoğu, birey ya da grup davranışını tanımlarken şer terimini kullandıklarında, çoğu zaman onu zulüm, şiddet ve yıkıcılıkla eşanlamlı olarak kullanıyorlar. Psikanaliz, şerrin kökeni ya da insan yıkıcılığının kaynakları hakkında bir içgörü sağlayabilir mi? Bir anahtar, saldırganlığın kavramsallaştırılmasında bulunmaktadır. Freud son yıllarında, dünyanın hemen her yerinde varolan şiddeti açıklayabilmek için, ölüm içgüdüsü olarak adlandırdığı, doğuştan gelen yıkıcı bir içgüdü terimini öne sürmüştü. Bu içgüdünün insan ruhunda egemenlik kurmak için yaşam içgüdüsü ile rekabet ettiğine inanıyordu. Freud’dan bu yana psikanalistler, yıkıcı şiddet potansiyelinin kaynağı olarak gördükleri bu saldırganlığın doğası ve temelleri hakkında kuramsal varsayımlarda bulunuyorlar. Onu izleyen kuşaklarda birçok psikanalist ölüm içgüdüsü ya da dürtüsü fikrini kabul etmese de, doğuştan gelen saldırganlığın, kendiliğe ya da diğerlerine karşı yıkıcı biçimde harekete geçirilebilecek bir güç olduğuna inananlar ve saldırganlığı çevredeki yoksunluklar ve engellenmelere bir tepki olarak görenler arasında bir tartışmayı başlatmıştır. Saldırganlık, bu ikinci görüşü savunanlarca, yaşamın ilk yıllarında bebek/ebeveyn ilişkilerindeki kaçınılmaz ruhsal örselenmelere, uyumun bozulması ve narsisistik yaralanmaya karşı bir savunma tepkisi olarak görülmektedir. Kendilik ya da nesneye karşı uygulanan şiddet, katlanılamayan içsel psişik yaşantıları yok etme girişimi olarak anlaşılmaktadır.

ŞER’E DEĞİŞİK BAKIŞLAR
Melanie Klein ve Klein sonrası bakış açılarına göre, insanda saldırganlık içgüdüsü doğuştandır. Yaşamın başlangıcından itibaren var olan taşıyıcı/taşınan (container/contained) ilişkilerinin varlığı ve doğasına bağlı olarak yaşam döngüsü boyunca sosyal çevre tarafından pekiştirilmesiyle yıkıcı ya da yapıcı biçimde sürdürülebilir. Bu bakış açısı beni ikna etmiştir. İnsana ilişkin bu psikanalitik bakış, kıskançlık, hırs ve nefret gibi ilkel saldırganlık duygularının bütünleştirilmesi ve çözümlenmesini kolaylaştıran çevresel olanakların varlığı ile bireylerin onarıcı suçluluk ve başkalarının iyiliğini düşünme kapasitesine ulaşacaklarını varsaymaktadır. Michael Rustin’in öngördüğü gibi, Kleincı görüş temelde sosyal ve ahlakidir ve buna göre insanlar sevgi, ilgi ve başkaları için sorumluluk hissetmenin temelini oluşturan ‘olumlu’ duygular için gerekli olgunluk kapasitesine ulaşma potansiyeline sahiptirler. Ben, şerrin bu olumlu duyguları besleyebilecek bir çevrenin oluşturulması ve korunmasına saldırıda bulunan herhangi bir güç olarak yorumlanabileceğini düşünmekteyim. Psikanalist Stephen Diamond’un şer tanımını paylaşıyorum. Ona göre, şer “aşırı kişilerarası saldırganlık, zalimlik, düşmanlık, diğerlerinin bütünlüğüne aldırmazlık, kendi-kendini tahrip etme, psikopatoloji ve genelde insanın felaketine yol açacak düşünceler ve davranışlar”dır. Psikolog Erwin Staub, şerrin temelinin insanların tahrip edilmesi olduğunu ve bu yıkıcılığın “sadece öldürmeyi değil, insanların onuru, mutluluğu ve temel maddi gereksinmelerini karşılama yeteneklerini oluşturan koşulların tehlikeye sokulmasını da içerdiğini” söyler. Şere ilişkin bu tanımlamalar, terörist rejimler ve onların yerini beceriyle alan seçilmiş hükümetlerin yönetiminde yaşayanların çoğunun hayatını karakterize eder. Politik baskı koşullarının uygulanmasından sorumlu gruplar kendi sınıflarının ilgi alanı içinde hareket etmektedirler ve bu kendi politikalarının gerçek doğası ve amacının inkâr edildiği psikolojik durumlarla kolaylaştırılır. Hepimizin göreceği gibi, Kleincı açıdan bakıldığında, ideolojik görüşlerinin, inkâr, bölme ve yansıtma savunma düzenekleri ve kendi saldırganlıklarını farkedememe ya da suçluluk, yas ve onarma yaşayamama ile karakterize bir paranoid-şizoid durum içinde hareket etmelerini sağladığını göstermektedir. Hanna Segal, bu savunma düzeneklerinin “narsisistik, kendini-idealleştiren ve diğer gruplarla ilişkilerinde paranoid olma eğiliminde olan” gruplarda artacağına dikkati çekmektedir. Segal, topluluk yaşamında ve bireylerde nefret ve korku döngülerinin görülebileceğini söyler. İlkel inkâr savunma düzeneği grubun kendi saldırganlığının gerçekliğini bilmesine engel olduğunda, bu saldırganlığın gerçek ya da hayali bir düşmana yansıtılması gerekliliği ortaya çıkar. Böylece hedef, insan olarak görülmemeye başlanır (dehumanisation), küçümsenebilir ve sonra da ona saldırılabilir.

SERMAYENİN TEHDİDİ
Sermaye ve kârın birikimini kullanan gruplar, Bion’un gerçeğin sınırlarının fark edilmesi ve insanın nesnelerini sosyal terimlerle kontrol etmesi şeklindeki narsisistik gereksinimlerine tolerans gösterememeden kaynaklanan tümgüçlülük olarak gördüğü şey temelinde yürümektedir. Bu nesneler pazarlar, mallar, kâr, işçiler, kaynaklar ve sermayeyi içerir. Dahası, iş ve devletin şirket küreselleşmesinin olumlu etkisine ilişkin tanımlamalarının onun gerçek etkisini önemli ölçüde çarpıttığı anlamında bu tür bir omnipotans gerçeğin kendilik ilgisinin gerisinde yer almasını temsil eder. Bu anlamda, kâr alma merakının ortaya çıkardığı büyük eşitsizlik yeterince şerridir. Ancak şerrin daha fazla dikkat gerektiren başka bir yönü ise tüm reddedilemez verilere karşın egemen sınıfların, insanların ve evrenin şirket küreselleşmesinin şiddet yüklü saldırısını sürdürememesinin arttığını gösteriyor olmasını sürekli olarak inkâr etmeleridir. Birleşik Devletler, Dünya Para Fonu, Dünya Bankası ve Latin Amerika seçkinlerinin düzeni bozma, küçültme ve özelleştirme stratejileri küçük bir azınlık için yüksek kâr elde etmeyi amaçlamıştır. Bu süreç, her yıl sağlık, eğitim ve hatta yiyecek ve su gibi temel gereksinim maddelerinin çalışan insanların erişim alanının gittikçe daha fazla uzağında kalmasını garantilemektedir. Dahası, bu politikalar arkasındaki alanda tamamen kurutulan ve batırılan tarım arazileri ve Birleşik Devletler ve Avrupa’da yasaklanan haşare ilaçları ve kimyasal gübreleri çok fazla kullandıkları için hasta olan işçiler bırakıyor. Örneğin, Dünya Sağlık Örgütü’nün kara listesinde yer alan 200’ün üstünde böcek ilacı Uruguay’da serbestçe kullanılıyor. Uruguay şimdi dünyada kanser oranı en yüksek olan ülkelerden biri. Şili’nin ihracata dayalı ekonomisi ormansız tepeler, balıkların tükendiği kıyılar ve kimyasal madde dolu tarlalar ile sonuçlandı. Kimyevi gübrelerin rasgele kullanılması tarla işçilerinin yeni doğan çocuklarında tehlikeli oranlarda sakat doğumlara neden olmaktadır. Meksika, El Salvador, Kosta Rika ve orman alanına dayalı karmaşık bir ekolojiye sahip diğer ülkelerdeki tüm bölgeler, uluslararası sermayenin ileriyi görmeyen sömürücü pratiklerinden dolayı, tarımsal üretimde kullanılamayacak terkedilmiş alanlar haline geldi. Bazı bölgeler o kadar harap oldu ki, tüm yerel su kaynakları ya kirlendi ya da tamamen yok oldu.

İLERLEME ADINA...
Psikanalistlerin şerin nasıl anlaşılacağı ve onunla nasıl yüzleşileceği ile ilgilendiği gibi, biz de sadece Latin Amerika’da değil, dünyada bu tarihsel zamanda karşılaştığımız katlanılabilir yaşama karşı olan gerçek tehdidi kendi kendimize sindirmeliyiz. Yıllar önce Eric Fromm öngörülü bir uyarısında şöyle yazmıştı: 'İnsan ilerleme adına dünyayı kokuşmuş ve kirli bir yere dönüştürüyor ve bu sembolik değil. Havayı, suyu, toprağı, hayvanları ve kendisini kirletiyor. Bunu o derece yapıyor ki yüzyıl sonra dünyanın hala yaşanabilir olup olmayacağı şüphelidir. birçok protestocuya rağmen, yönetimde olanlar teknik ilerlemenin peşinden koşarlar ve taptıkları idolün prestiji için tüm yaşamı feda etmek istiyorlar.'Psikanalistler gibi, bizim de bu büyük şer konusunda yazma kapasitesi ve zorunluluğumuz olduğuna inanıyorum. Psikanalitik bilgimizi bizi tehdit eden bilgiye karşı bir savunma durumu olan paranoid-şizoid bir durumda inkâr ve çözülme gibi savunmalara başvurmamız ile yüzleşmede kullanabilir miyiz? Güçlü karmaşık ve sosyal güçler karşısında incinebilirlik ve çaresizlik yaşantımıza katlanmayı ve insan hakları ve dünya üzerine yapılan şiddet saldırılarını onarmak için diğerleri ile birlikte hareket etmenin ve gerçeği farketmenin hizmetinde ona dayanmayı istiyor muyuz? Bana öyle geliyor ki, depresif durumda başkaları için sevgi, ilgi ve sorumluluk duymanın temelini oluşturan “olumlu” duygulara ulaşma potansiyeli için bir taşıyıcı sağlayan sosyal ve fiziksel çevrenin oluşturulabilmesi için böyle bir bakış gereklidir.''

KAYNAK: Nancy Caro Hollander - BirGün Gazetesi
(Yazarın, ‘Üniformanın Altındaki Takım Elbise: Şer Ortaklığı’
adlı makalesinin bir bölümünün Nursen Oral tarafından çevirisidir.)

Hiç yorum yok: